29 Mart 2010 Pazartesi

Yüzyılın Gözü - Henri Cartier Bresson

Fransız yazar Pierre Assouline, yayınladığı Bresson biyografisinde fotoğrafçıdan Yüzyılın Gözü olarak bahseder.
Bu çok önemli bir kavramdır. Yüzyılın Gözü yakıştırması yaşadığı çağı bize fotoğrafları ile anlatan bir sanatçı için oldukça yerinde bir benzetmedir.
Evet, bugün sizlere çağımızın çok önemli fotoğrafçılarından “an fotoğrafının” büyük ustası ve çalışmalarını hayranlıkla izlediğim fotoğrafçılardan birisi olan Henri Cartier Bresson’un hayatından bahsedeceğim.

"Fotoğraf çekmek, aynı anda beynin, gözün ve kalbin bir olayı hedeflemesidir."

Henri Cartier Bresson 1908 yılında Paris’in Chanteloupe kasabasında orta halli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi.

İlk gençlik yıllarında resme merak saran Bresson 1927-1928 yılları arasında Paris'te ressam Andre Lhote birlikte çalıştı. Onun da etkisiyle resme ilgi duydu ve 1929 yılında Cambridge’e giderek resim ve edebiyat öğrenimi gördü. Almış olduğu resim eğitimi kompozisyon ve görüntüleri çerçeveleme konusunda kendisine çok yardımcı oldu.
Daha çocukluk yıllarında sahip olduğu Brownie marka fotoğraf makinesi ile fotoğraflar çeken Bresson profesyonel olarak 1930 yılından sonra ilgilenmeye başladı.
1931 yılında Afrika’ya gitti ve orada ormanda yaşadıklarını belgeledi.
Bu seyahati esnasında yakalandığı ateşli bir sıtma hastalığı sonucu Fransa’ya geri dönmek zorunda kaldı.
Fransa’da geçen günlerinde fotoğrafçılığa daha fazla ağırlık vermeye başladı. Hiçbir zaman elinden düşmeyen ilk Leica makinesini burada satın aldı.
35 mm’lik film kullanmaya başlayıp bu film üzerine neler yansıtabileceğini gördüğünde, hayal gücünün alevi onu kapladı. O günleri şöyle anlatır Bresson: "Sokaklarda saatlerce dolaşırdım, yaşayan, canlı zamanı tuzağa düşürüp kesin sonuca götüren an'ı dondurmak için..."
Tüm kariyeri boyunca hep 35mm ye sadık kalmıştır ve "gözümün devamı" diye tanımladığı Leica makinesini utangaç olarak taşımış olduğuna her yazısında değinir, ama bir o kadar da süratli çekimler yapmıştır.
1935 yılında Bresson Paul Strand ile birlikte New York’ta belgesel film yapımı ile ilgili bir eğitim aldı. 1936 yılında Jean Renoir’in Une Partie de Compagne (Bir Kır Gezisi) ve La Régle de Jeu (Oyunun Kuralı) isimli iki filminde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Bundan sonraki yaşantısında bir film yönetmeni olmaya ve fotoğraf geçmişini ardında bırakıp sonlandırmaya karar verdi.
1937 yılında Ratna Mohini'yle evlendi. Aynı yıl İspanya İç Savaşı’nda görev alan sıhhiyecilerin çalışmalarını konu alan bir belgesel yaptı. Belgeselin adı With the Abraham Lincoln Brigade idi.


İkinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde Fransız ordusunda görev yapmaya başladı. Savaş sırasında Alman’lara esir düşmüş ve iki defa kaçma denemesinde bulunduktan sonra 1943 yılında üçüncü denemesinde şansı gülmüş ve kaçmayı başardı. Bu kaçıştan sonra Almanların geri çekilmesini izlemekle görevli bir Fransız yer altı gizli örgütüne dahil oldu. 1945 yılında sürgünlerin Fransa’ya dönüşünü anlatan Le Retour (Dönüş) isimli belgesel filmi çekti.

Bu dönemden sonra tekrar fotoğraf hayatına geri dönüş yaptı ve 1947 yılında Robert Capa ve David Seymour ile birlikte Magnum Photos isimli fotoğraf ajansını kurdular.
Magnum Ajans’ta çalıştığı sürede dünyanın önde gelen dergi ve ajansları için fotoğraf sağlamış ve bu sayede Hindistan, Endonezya, Mısır ve Çin gibi dünyanın birçok ülkesini gezme fırsatı yakalamıştır. Buralarda ve Avrupa'da çektiği fotoğrafları 1952-1956 yılları arasında yayımladığı kitaplarında kullandı. Bunlardan en ünlüsü Images à la Sauvette 'te fotoğrafın anlamı ve tekniği üzerine kapsamlı düşüncelerine yer verdi. Meslek yaşamından en önemli yeri tutan "The Decisive Moment" ı 1952 yılında çıkarmış ve ardından da 400 baskılık retrospektif sergi 1960 da Amerika turuna çıkmıştır.
Bu kitaplar daha sonraları Cartier-Bresson'un fotoğraf ustası olarak anılmasına yardımcı oldu1964 yılında Türkiye’yi de ziyaret etmiş ve burada çalışmalar yapmıştır.
Bresson 70’lerle birlikte fotoğraf çalışmalarını arka plana iterek, gençliğnden bu yana tutkusu olan resim çalışmalarına yönelmiştir.

Bir fotoğrafçı ve gazeteci olarak Bresson, oluşturduğu görüntülerde, gördüğü şey hakkında, ne düşündüğün ve ne hissettiğini keskin bir biçimde ifade etme ihtiyacı duymuştur. Bu yüzden fotoğrafları sıklıkla inceliklidir ve kolay anlaşılırdır, nadiren karmaşıktır. Basın fotoğrafçılığına derin bir saygısı vardır ve hikayelerini tek bir etkileyici fotoğrafta anlatma eğilimindedir. İnsanın gerçekleri ve olgularla ile ilgili foto-muhabirlik deneyimi, onun haber ve tarih duyumundan, fotoğrafın toplumsal rolü ile ilgili yaklaşımından beslenmektedir. Bresson’un portre yaklaşımı da onu çağdaşlarından ayıran bir inceliğe sahiptir. Doğal ışık kullanarak, fotoğrafladığı kişi ile ilgili referanslara ulaşabileceğimiz mekansal portre anlayışından faydalanarak bu inceliği gözler önüne serer. Bresson fotoğraf çekme deneyimi için Mutlak An kavramını tanımlamıştır. Ona göre mutlak an saniyeden çok kısa bir süre içerisindeki, en doğru çerçeve, kompozisyon ile ulaşabileceğimiz, bize fotoğraflanan olayın ya da insanın özünü anlatan zamandır. Bu anın Şipşak fotoğraftan ayrıldığı nokta ise insan davranışlarını ve duygularını yansıtmasındaki ayrıntıda gizlidir. Bresson ‘Mutlak An’ adlı makalesinde “Fotoğrafda, en küçük şey bile, büyük bir özne haline dönüşeblir” sözüyle bu süreci özetlemektedir.Bresson'a göre objektif mutlak an'da açılıp kapandıysa, fotoğrafınızda içgüdüsel olarak geometrik bir düzen oluşturduğunuzu görür, bu düzen olmadan fotoğrafınızın hem şekilsiz hem de cansız kalacağını fark edersiniz. Bresson aynı zamanda bir fotoğrafın baskı sırasında kesilmesine (crop) tamamen kaşıdır. Ona göre, eğer bir fotoğrafı kesmeye ya da kırpmaya başladıysanız, oranların geometrik açıdan doğru olan karşılıklı etkileşimini öldürüyoruz demektir. Kısaca ona göre her şey Mutlak An'da belirlenir ve ardından gelen müdahaleler fotoğrafın özüne zarar vermekten öte herhangi bir işe yaramazlar.
Henri Cartier-Bresson Paris'te 4 Ağustos 2004 tarihinde 95 yaşında yaşama veda etti. Arkada bıraktıkları ise fotoğraf sanatına katkıları oldu. Onun yapıtları ve kitaplarında aktardığı düşünceleri fotoğrafçılığın bir sanat dalı olarak kabul edilmesine yardımcı oldu. Böylece, özellikle fotojurnalizmin ve sokak fotoğrafçılığının temelleri atılmış oldu.
Çalışmalarını incelemek için:

Magnum Photos Sayfası

Sanatçının Resmi Web Sitesi

24 Mart 2010 Çarşamba

Deklanşöre her dokunuş aslında o ana dokunuştur.

Ve dondurduğumuz o anlar akıp giden yaşam içerisinde küçük, ama bazen dünyayı değiştirecek büyüklüktedirler.


Hayat devinimi içerisinde her eylemin gerçekleştiği bir “doğru an” vardır.

Doğru anda koşmalıyız, doğru anda doğmalıyız, doğru anda teklifte bulunmalıyız, doğru anda konuşmalıyız, doğru anda… doğru anda deklanşöre basmalıyız.


Resmi icadı olan 1839 yılından bu yana yaklaşık 170 yıllık ömrü süresince fotoğraf, insanların kendi görsel hafızalarının yerini almış ve tüm önemli anların sayfalar dolusu yazı yazmak yerine ufak bir kağıt üzerine kaydedilmesini sağlamıştır.


Bir fotoğraf bin sözcüğe bedeldir derler. O anı öyle kaydetmeliyiz ki kameramızın belleğine, izleyen insanların belleklerinde de uzun süreler yer etsin.


İşte fotoğrafın bu 170 yıllık serüveninde deklanşörüne hangi “doğru anda” dokunacağının kararını iyi vermiş ve “karar anı” nı yakalayarak bizlere dünyanın gidişatını bile değiştirecek fotoğraflar bırakmış ünlü isimlere zaman zaman blogumda yer vereceğim.


17 Mart 2010 Çarşamba

Face Detection ( Yüz Tanıma ) Teknolojisi



Bildiğiniz gibi fotoğraf makinesi üreticileri dijital sistemde kafamızı karıştırmak için türlü numaralar peşinde koşuyorlar her gün.
Artık gerek DSLR, gerekse Compact fotoğraf makinelerinde Face Detection (Yüz Tanıma) Sistemi diye bir teknoloji geliştirildi.
Kompozisyondaki insan yüzleri üzerinde otomatik olarak netleme ve pozlama sağlayan bir teknoloji bu.

Yüz tanıma teknolojisi sayesinde fotoğrafı çekilen kişilerin yüzleri gölgelerden arındırılıyor. Giyilen kıyafetin rengi ve arka plandan makineye düşen ışık gibi nedenlerle karanlık çıkabilen ten rengi, yüz tanıma özelliğiyle aydınlık ve net bir şekilde fotoğraflanabiliyor. Bu özellik çerçeve içine alınan yüzün konumunu saptayarak bu noktaya odaklanıyor ve makine ayarlarını da tespit edilen konuma göre düzeltiyor.
Yüz tanıma (face detection) yazılımı, kamerada bulunan ana devrenin içine yerleştirilmiş bir entegre devre içinde yer alıyor.

Sistem aktif hale getirildiğinde, resim çerçevesinde yer alan 10-15 taneye kadar insan yüzü tanımlanıyor ve diğer objelerden ayrı işlem görüyor.

Bu yüzlerden baskın olan yeşil çerçeve ile, diğer yüzler ise beyaz çerçeve ile işaretleniyor. Söz konusu işlem 0.05 saniye içinde gerçekleşiyor.

Bu şekilde insan konulu fotoğraf çekimlerinde hata payı büyük oranda azalıyor. Kameradaki yazılım metre, parlaklık, ışık ve beyaz ayarlarının tamamını insan yüzlerini referans alarak yapıyor.
Nikon'un Coolpix S60 modelinin lansmanı için bu konuyu temel alarak yapmış olduğu reklam çalışması gerçekten çok yaratıcı ve esprili. Bu tanıtım görsellerini de konuyu pekiştirmek açısından sizlerle paylaşmak istedim.

SİNEFİL'in Tavsiyesi

Merhaba,
Artık blogumu takip ederken her hafta değişecek olan, hafızamda gerek görsel, gerekse duygusal olarak yer etmiş filmleri sizlere de tavsiye edeceğim.
Sizin de beğendiğiniz filmler varsa bana göndererek buradan paylaşmamızı sağlayabilirsiniz.

16 Mart 2010 Salı

Bugün sizlerle Belgesel Fotoğraf Atölyesi'nin ödev konusu olan projemin gösterisini paylaşmak istiyorum.



Vapur Yolcuları
Yükleyen serdarercan. - Yeni sanat videolarını keşfet.

8 Mart 2010 Pazartesi

Ben Kimim?

1974 yılında bir Eylül sabahı İstanbul'da dünyaya gelmişim.
Sevgili babamın fotoğraf merakı sayesinde bol fotoğraflı geçen bir bebekliğim ve çocukluğum oldu.
Çocukluk yıllarımda evimizde her zaman fotoğraf merakı vardı. O yıllarda evimizde buna benzer 24 pozluk filmler kullanan acayip fotoğraf makineleri vardı.;





Birgün babam eve Zenit marka bir fotoğraf makinesi getirdi. İşte o zaman belki de fotoğraf merakımın gerçekten başladığı gün olacaktı.
36 pozluk film takabildiğim bu makine gerçekten çok enteresandı. Objektifi üzerinde ayarlanabilir diyaframı vardı ve filmlerden çıkan talimatnamelere göre ayarlar yapıp çekimler yapardım. ASA100 getir, güneşli havada f:5,6 500 enstantane çek.

Üniversite yılları boyunca hep bu makine ile çekimler yaptım. Bence Zenit oldukça başarılı lenslere sahip çok güzel bir makine idi.
Bir de ben yeterince başarılı olsam herşey çok daha güzel olacaktı...

Yıllar birbirini kovaladı ve en sonunda kafaya koyduğum o Zenit makineye iyi fotoğraf çektireceğim fikrini hayata geçirmek için bir kursa gitmeye karar verdim.
Ben fotoğraf öğrenmeye başladım ama ne yazık Zenit makinem kayboldu... İlk gözağrım yoktu artık. İçimdeki bu ukteyi günün birinde yeni bir Zenit alarak dindirmek isterim hep. Sizlere günün birinde Zenit filmli makine ile çektiğim yeni fotoğrafları göndereceğim söz...

2004 Yılında İFSAK'ta temel fotoğraf eğitimi aldım. Daha sonra İFSAK eğitim birimine girdim ve halen görevime devam etmekteyim.
Yine İFSAK'ta Altan Bal atölyesinde Belgesel Fotoğraf eğitimi aldım ve bu eğitim benim fotoğraf alanında bakışımın oluşmasında büyük etken oldu. Kişisel çalışmalarım halen belgesel tarzda denemelerle devam etmekte. Sizlerle zaman zaman bu çalışmaları paylaşacağım.

Şu anda İFSAK 135. dönem proje grubunun "İnsanlık Halleri" konulu proje çalışmasının danışmanlığını devam ettirmekteyim. 24 Nisan 2010 Cumartesi günü bu projenin sergisinin açılışı var. Daha sonra sizlere duyurusunu göndereceğim.

Merhaba

Merhabalar,
Bu blogda yıllardan beri uğraştığım fotoğrafçılık alanında deneyimlerimi, düşüncelerimi, yeni öğrendiğim bilgileri sizlerle paylaşacağım. Sıkça fotoğraftan, zaman zaman da fotoğrafı besleyen diğer sanat dallarından bahsedecek, sizlerin yorumları ile sayfalarımızı zenginleştireceğiz.