22 Kasım 2010 Pazartesi

Tepeköy'de Panagia Yortusu Fotoğraf Gösterimize davetlisiniz..


Tepeköy'de Panagia Yortusu..

Ben olabilmenin hayali ile devinen insanoğlu, bir yandan da bu duygunun aksine, ait olma arzusu ile bir “ortaklığın” üyesi olmayı ister ve başka başka ortaklıklarda kendine yer bulur. Kimi zaman yaşanılan toprakta kimi zaman bir millette kimi zaman bir dinde kendini gösterir. “Din ortak bilinci”nin içinde, ötekiyle yapan ve eden insanoğlu ritüellerde de el eledir. Dinlerdeki ritüeller aynı zamanda bir buluşma noktasıdır.

Hristiyan inanışa göre her yıl 15 Ağustos’ta Meryem Ana’ya ithaf edilmiş “panagia” olarak adlandırılan kiliselerde Meryem Ana’nın göğe yükselişi bayram olarak kutlanır. Tepeköy’de bu kutlamalar dinsel bir ritüelden öte bir başka kavuşmaya da sahne olur. Gökçeada, mübadele dışında bırakılan ve eskiden çoğunluğunu Rumların oluşturduğu bir adadır. 1964–1974 yılları arasında ve özellikle Kıbrıs Barış Harekatı’ndan sonra yaşanan çok yoğun göç sonucu oldukça azalmış olan Rum nüfusunun büyük kısmı, doğduğu toprakları terk etmeyen yaşlı nüfustan oluşur.

Yıllar önce köylerinden ayrılanlar, hala kendilerini ait hissettikleri topraklara “evlerine” gelirler, adada yaşamakta olan az sayıdaki akrabalarıyla buluşurlar.

14 Ağustos günü kilisede ayin düzenlenir. Ardından bir çok dinde yer bulan kurban kesimi gerçekleşir. Gece boyunca kazanlarda pişen bu etler ertesi gün, kilisede yapılan dualarla kutsanarak dağıtılır. Mezarlıklar ziyaret edilir ve Nekrodipna olarak adlandırılan çok eski bir geleneğe göre burada ziyarete gelenlere evlerden getirilen kurabiyeler, şekerlemeler ikram edilir. Akşam ise köyün meydanında bu bayramı tamamlayan bir eğlence düzenlenir. Uzaklıklar, özlemler o an son bulur. Ertesi gün, bir sonraki yıl tekrar buluşana dek Tepeköy yine eski sakinliğine ve yanlızlığına bürünür.

Aynı çileler için tutulan oruçlar, yakılan mumlar...
Gözlerde, alınan nefeslerde, zihinlerde, tanrıda buluşmalar..
Tepeköy'de Panagia Yortusu..

3 Kasım 2010 Çarşamba

22. İstanbul Fotoğraf Günleri Açılış Töreni


Sizlere dün bahsettiğim 22. İFSAK Fotoğraf Günleri açılışında eşim Mehtap ile birlikte hazırladığımız "Tepeköy'de Panagia Yortusu" çalışmamızdan ötürü İFSAK Yönetim Kurulu Başkanı değerli hocam Tanju Akleman plaketlerimizi verdi.

Bu uzun süreli projenin karşılığını bu şekilde almak, değerli bir seçici kurulun olurundan geçmek benim ve eşim için gerçekten büyük mutluluk ve ileride yapacağımız işler için de bir itici güç.

22.İstanbul Fotoğraf Günleri Açılış Kokteyli Görüntüleri

2 Kasım 2010 Salı

22. İFSAK İstanbul Fotoğraf Günleri



İFSAK tarafından düzenlenen İstanbul Fotoğraf Günleri'nin 22.si 1 Kasım akşamı düzenlenen açılış töreni ile başladı.
İFSAK 22. Fotoğraf Günleri’ne Türkiye’den pek çok isim katılacak. Zeynep Şişman ve Ayşe Saray isimli fotoğrafçıların ortak çalışmaları olan “Soyut Buluşma” sergisi ile kendilerine “Makine” rumuzunu veren sanatçılara ait “Yedek Parça” isimli sergi, Fotoğraf Günleri’nde görülebilecek sergiler arasında yer alıyor. Ayrıca, Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr. Beyhan Özdemir’in danışmanlığında 9 öğrencinin kendi buluşmalarının yer aldığı sergi, Sema Özevin’in “Pişmaniye” sergisi, İFSAK Liseler Ortak Buluşması sonucunda üç liseden üç sergi, Yücel Zorlu’nun “Bekleyiş” sergisi ve Çanakkale Üniversitesi’nden Onur Özen’in sergisi, Fotoğraf Günleri’ne renk katacak. Bahçeşehir Üniversitesi öğrencilerinin “Mekân ve Sonsuzluk”, Sema Özevin’in “Pişmaniye” adlı gösterileri de İFSAK 22. Fotoğraf Günleri’ne konuk olacak.
Fotoğraf Günleri kapsamında ayrıca, Ermeni Fotoğrafçı German Avagyan, kendi ülke fotoğrafı üzerine bir söyleşi gerçekleştirecek. Yrd. Doç. Dr. Beyhan Özdemir, Aykan Özener ve Oktay Çolak’ın katılımıyla “Türkiye’de Fotoğraf Eğitimi ve Sorunları” paneli düzenlenecek. Yuri Mechitov, “Gürcistan Fotoğrafının Son Elli Yılı” üzerine bir sunum yapacak. Yalçın Savuran ve Neşet Kutluğ ise “Filmlerdeki Fotoğraflar” isimli oturumda Haneke filmlerindeki fotoğraf kareleri üzerine okumalar yapacaklar.
İFSAK’ın geleneksel etkinliklerinden Fotomaraton’un 16’ncısı ve Fotoğrafınla Gel’in 12’ncisi, Fotoğraf Günleri içerisinde yer alacak diğer etkinlikler arasında.
Ve tabii en bizim için en önemlisi eşim Mehtap Canver Ercan ile birlikte hazırladığımız “Tepeköy’de Panagia Yortusu” isimli gösterimizin de Fotoğraf Günleri kapsamında gösterilecek olması.
Detaylar yakında...
http://www.ifsak.org.tr/index.php?mid=479

27 Ekim 2010 Çarşamba

Havai Fişek Fotoğrafı Çekerken Dikkat Edilmesi Gerekenler


Cumhuriyet Coşkusu Fotoğraf Yarışması'nda 3.lük Alan Fotoğrafım

Merhabalar,
Kısa bir aranın ardından blog yazılarıma devam ediyorum.
Bildiğiniz gibi İki gün sonra Cumhuriyet Bayramı kutlanacak ve İstanbul için bu kutlamaların bir başka güzel yanı da boğazda yapılan Havai Fişek gösterileri. Biz fotoğrafçılar için de tam bir görsel şölen ve şans. Bir de belediyenin ve İFSAK'ın birlikte düzenlemiş oldukları fotoğraf yarışması olunca daha keyifli ve heyecanlı bir hal alıyor.
Ben de nacizane bu yarışmalarda derece almış bir fotoğrafçı olarak kendi bildiklerimi ve uyguladıklarımı sizlerle paylaşmak istedim.

Havai Fişek Fotoğrafı Çekerken;

- İlk önemli konu sakin ve rahat çalışılabilecek, tripod kurulabilecek bir mekan bulmak. Uzun pozlama yapacağınız için elde çekmek mümkün değil, mutlaka sağlam bir tripod olmalı ve sağdan soldan çarpanlar, müdahale edenler olmamalı.

- Makinenin sallanma riskini en aza indirmek için uzaktan kumanda veya kablo deklanşör kullanmak en iyisidir. Bunlar yoksa makinelerde bulunan self timer modu da işimize yarayabilir. Self-timer kullanmanın dezavantajı havai fişek patlamaya başladığında basarsanız size birkaç saniye kaybettirebilir, çok iyi ayarlamak lazımdır. Diğer malzemeleri kullanırsanız hem havai fişeklerin hareketlerini vizörden değil çıplak gözle izleme keyfine varırsınız hem de zamanlamanızı daha iyi yapabilirsiniz.

- Çekim yapacağınız mekanı önceden belirleyin. Fişekler nereden atılacak, arka planında ne yer alacak bunlar oluşturacağınız kompozisyonlar için çok önemlidir. Gösterinin başlamasına kısa bir süre kala gidip yer aramayın hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz.

- Kompozisyonunuzun çerçevesini mutlaka patlamalar başlamadan önce oluşturun ve havai fişeklerin çıkabileceği yüksekliği ortalama hesaplayın. Daha sonra çektiğinizde görüntüleri kompozisyonunuzda yarım kalmasın.

- Havai fişek gösterilerinin toplam süresi 10-15 dakikadır. Bütün hazırlığımızı önceden tam ve doğru yapmalı, birkaç deneme fotoğrafı ile antremanımızı tamamlamalıyız ki bu kadar kısa süreden en yüksek verimi alalım.

- Tripotunuzu kurduğunuzda ve kompozisyonunuzu yaptığınızda ufuk çizginizin mutlaka düz olmasına özen gösterin ve çekeceğiniz kompozisyonun yatay veya dikey kadraj olmasına da mutlaka önceden karar verin.

- Havai fişek gösterilerinin en büyük problemlerinden birisi de oluşan yoğun dumandır. Hele bir de hava rüzgarsız ile yoğun duman fotoğraflarınızda istenmeyen sonuçlar çıkaracaktır. Bu yüzden ilk çekilen fotoğraflar her zaman daha keskin ve iyi sonuçlar verir. İlk fotoğraflara yoğunlaşmak önemlidir.

- En önemli sorulardan birisi de hangi diyafram ve sürede çekim yapılmasıdır. Bunun için öngörülen ortalama diyafram değerleri f:8 ila f:16 arası olan değerlerdir. Ben f:11 ile çok güzel sonuçlar alıyorum. Çekim süresi olarak ise ya diyafram öncelikli moda aldığınızda f:11’e karşılık gelen enstantaneyi kullanın ya da daha değişik bir uygulama olarak makinenizi manuel modda kullanarak enstantane süresini BULB olarak ayarlayın. Burada siz deklanşöre bastığınızda makine pozlamaya başlar, deklanşörden elinizi çektiğinizde bitirir. Birkaç saniye iyi sonuçlar verebilir. Deklanşöre çok uzun süre basmayın çünkü üstüste ve aynı yerlere denk gelen patlamalar fotoğrafınızın fazla pozlanmasına sebep verecektir.

- ASA (ISO) ayarınızı düşük tutmanız iyi olacaktır. 100 ISO iyi sonuç verecektir. Çekeceğiniz fotoğraflarda arka plan siyah olacağından yüksek ASA kullanırsanız bu siyahlarda çok noise gözükecektir ve kötü sonuçlar verecektir.

- Netleme ayarınızı manuel olarak kullanın. AF ayarını kullanırsanız çekim sırasında makineniz netleme için referans bir nokta bulamayabilir ve netleme yapmadığı için fotoğraf kaçırabilirsiniz. Bu sebepten önce sonsuza veya kadrajınızın içinde bir referans noktasına netlemenizi AF olarak yapın, daha sonra makinenizin netleme modunu MF yaparak kullanın. Objektiflerinizin sarsıntı önleyici sistemi varsa bunu kapalı konumda tutun. Böyle çok karanlık bir ortamda işe yaramayacağı gibi sarsıntı bile oluşturma ihtimali olabilir.

- Hızlı hafıza kartları kullanmaya özen gösterin. Çünkü düşük hızlı kart kullanır iseniz kartın işleme süresi uzayacaktır ve bu sebepten yeni ve daha güzel bir patlamayı kaçırabilirsiniz. Eğer RAW veya RAW+Jpeg çekiyor iseniz çok uzun yazma süreleri gerekebilir. İşi şansa bırakmamak için sadece Jpeg çekmek daha pratik olabilir.

- Fotoğraf makinenizin bataryası mutlaka tam dolu olsun ve yanınızda yedek batarya olması riskleri minimuma indirmek için faydalı olacaktır.


1 Haziran 2010 Salı

Nikon'mu Canon'mu?

Fotoğraf çekmeye ilk başladığım yıllarda bir Zenith makine kullanıyordum.

İFSAK’ta eğitim aldığımda hocalara sordum, arkadaşlara danıştım ve kendime bir Nikon F80 filmli fotoğraf makinesi satın aldım. Bu makinem ile nostalji yapmak istediğimde halen bir film takıp çekimler yaparım.

Uzun bir müddet bu makineyi kullandıktan sonra dijital teknolojinin filmli makinelerin yerini alması ile birlikte yine Nikon’un D70s modeline geçiş yaptım. Yaklaşık 3 yıldan beri bu makinemi kullanmakta idim.

Geçtiğimiz günlerde bu makinemi sattım ve bir Canon 50D fotoğraf makinesi aldık. Aldık diyorum çünkü Mehtap Canon kullanıcısı olduğu için ben de Canon satın alarak makine, objektif ve bilumum malzemeyi ortak kullanmanın daha mantıklı olacağını, masraflarımızı düşüreceğini düşündük.

Arkadaşlarım soruyor ya Nikon bırakılıp Canon’a geçilir mi diye, neden geçilmesin?

Her ikisi de son derece gelişimci, yenilikçi ve ataklar dijital teknolojide ve gün geçtikçe daha da iyi modeller yapıp kafalarımızı daha da karıştırıyorlar.

Nikon’mu Canon’mu derseniz, eğer bir Hasselblad, Rolleiflex veya Leica’m yoksa her ikisi de olur derim.

Sonuçta “Fotograf çekmek, aynı anda beynin, gözün ve kalbin bir olayı hedeflemesi (Bresson)” değil midir?

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Tarzan Retired – Emekli Tarzan Miroslav Tichý


 Kendisini tam da bu cümle ile tarif ediyor, dün Melih Akoğul hocamızın İyi Fotoğrafın Sırları atölyesinde kendisi ile yapılan belgesel filmi izlerken Tichy “ben emekli tarzanım”
Ve söyle diyor;

"Fotoğraf çekmek, ışıkla resim yapmak demektir. Bu eylem hata payı içerir. Bu ressamlıktır; şairliktir. Ve bunun için kötü bir fotoğraf makinasına ihtiyaç vardır. Eğer meşhur olmak istiyorsan, yaptığın şeyi o kadar kötü yapmalısın ki bu dünya üstünde hiç kimse senin yaptığın kadar kötü yapmayı becerememeli!

Hikayesini okuduğunuzda ne kadar doğru söylediğini anlayacaksınız.

1926 yılında Çekoslovakya’da doğmuş Tichy.
Prag Güzel Sanatlar Akademisi’nde resim eğitimi almış, eğitimini 1950 yılında bitirmiş. 1968’de komünist rejimin Prag’ı işgal etmesiyle hayatında her şey tersine dönmüş, özgürlükleri sınırlanmış. Oysa Tichy tam bir non–komformist, askerlik dönemi hakkında hiç konuşmayan Tichy rejime ters düşüp sekiz yılını mahkum olarak geçirmiş. Önce akıl hastanesine, sonra hapse tıkılmış. Söyle diyor ropörtajında; “O kadar kötü şartlardı ki bir parça ekmeği cennetten sunulmuş bir lütuf sayardım”.
70'lerin başlarında salıverildiğinde, eski küçük kasabasına geri dönmüş. Üzerinde paçavraya dönmüş kıyafetleri, aklının bir kısmı ile birlikte resmi de bir kenara bırakan Tichy fotoğrafa geçiş yapmış.
Fotoğraf makinelerini ayakkabı kutuları, bira kapakları, don lastikleri, makaralar, tuvalet kağıdı ruloları, pleksiglas ve gözlük camları kullanarak kendisi üretmiş.
Bu yaptığı makinelerle hiçbir zaman ulaşamadığı ve tutkunu olduğu kadın bedenlerinin peşine düşmüş. Fotoğraflarının hemen hemen tamamı kadın bedeni üzerine konulanmış.
Kadınlarla yakın bir ilişkisinin olmamasını ise komünist rejimin bir günahı olarak görüyor. “Başım sürekli polis ile dertteydi” diyor.
Kendisine koyduğu günde üç rulo film ve beş yıl fotoğraf çekme kurallarına uyarak tam beş yıl boyunca fotoğraf üretiyor, ürettiği fotoğrafları evinde su kovalarında banyo ediyor, bazen filmler günlerce banyoda kalıyordu.
Ve beş yıl sonunda fotoğraf çekmeyi bıraktı…
Kullandığı malzemeler o kadar kötü idi ki bazen çektiği fotoğraflar hiç belli olmuyor, bunun için konturlarını kalem ile tekrar çiziyordu.
Tichy fotoğraf çekmekteki amacını, “Aylak aylak gezeceğime denklanşöre basarak gezmek daha keyifliydi” diye açıklıyor.
Aslında çektiği fotoğraflara bakıldığında içindeki o röntgenci kişilik ön plana çıkıyor. Fotoğrafların büyük kısmı arkadan , yaklaşılamadan uzaktan çekilmiş. Yakın plan çekimleri için kendisine bir zoom objektif bile üretmiş.
Elinde bu acayip fotoğraf makineleri ile onu görenler gerçekten fotoğraf çektiğine inanmıyor ve onun bu deli görünüşüne aldırış etmeden işlerine devam ediyordu.
Çektiği fotoğraflar evinde kıyıda köşede pislik içinde etrafa saçılı biçimde duruyordu. Hatta bazı fotoğraflarını kışın ısınmak için yaktığını bile söylüyor.
2000’li yıllar geldiğinde Çekoslovakya artık Çek Cumhuriyeti ve Slovakya olarak ayrılmış ve Çekoslovakya günlerinden geriye Tichy’nin fotoğrafları kalmıştı. Komşusu ve arkadaşı sanatçı Psikiatr Roman Buxbaum tarafından keşfedilen Tichy’nin eserleri ilk kez 2004 yılında Sevilla’daki Bienal’de ve daha sonra Paris’te Pompidou Modern Sanatlar Merkezi, ardından da Zurich’te Kunsthaus’ta sergilenmiş.
Arkadaşları fotoğraflarını toplayıp, ‘Tichy Ocaen’ adında bir vakıf kurmuş.
Tichy’nin yaptığı enteresan fotoğraf makineleri halen dünyanın en saygın fotoğraf kurumlarının başında gelen New York ICP’de (International Center of Photography) 100 kadar fotoğrafıyla birlikte sergileniyor.

http://www.icp.org/site/c.dnJGKJNsFqG/b.5708951/k.9236/Miroslav_Tichy.htm


Eğer kendisi ile yapılan röportaj-belgesel filmi bulabilirseniz izlemenizi tavsiye ederim:
Buxbaum, Roman. Miroslav Tichi: Tarzan Retired, (2004)


Fotoğraf nedir sorusunu bir kez daha kendimize dönüp sormanın vaktidir yine...

Kendisi ile ilgili bir videoyu buradan izleyebilirsiniz

tichyocean.com/
http://www.michaelhoppengallery.com/

http://www.cirkusworld.com/tichy/tichy.html

14 Mayıs 2010 Cuma

Fotoğrafların Gücü...


Selamlar,
Her zaman bahsederiz ya bir fotoğraf bin kelimeye bedeldir diye.
Sayfalar arasında dolaşırken Amerika'da yaşayan fotoğrafçı Chris Jordan'ın bir çalışması ilgimi çekti.
Kuzey Pasifik’teki Midway Adaları yakınlarındaki Albatros kuşlarının hikayesi kullandığımız plastik maddeler ile dünyamızı nasıl yok ettiğimizi en yalın ve vurucu hali ile gözler önüne seriyor.
İnsanların sahillerde bıraktıkları her türlü plastik nesneyi besin maddesi sanan anne kuşlar, bebeklerine bu plastikleri yemeyi öğretiyorlar.
Normalde 50 yıl kadar yaşayabilen albatroslar 1 yıl içinde ölüyorlar. Yedikleri plastikten dolayı hızla çürüyen bedenleri ne yazık ki bu fotoğraflardaki hali alıyor.

Midway Adaları
Chris Jordan, son fotoğraf projesinde “Pasifik Çöp Girdabı’nın Kalbi” olarak nitelendirilen Midway Adaları’na seyahat etti.
Midway Atolü ya da Midway adaları, Kuzey Amerika ve Asya'nın yaklaşık olarak tam ortasında bulunuyor. Midway Adaları'na düzenli gidiş-geliş imkânı yok.
Amerika Birleşik Devletleri Vahşi Hayatı Koruma Programı, adaya yalnızca kendi olanaklarıyla ulaşabilecek kişilerin ziyaretine müsaade ediyor.
Adada turist ağırlayacak imkânlar olmadığı gibi herhangi bir üretim de yapılmıyor, yaşam için gerekli bütün malzemeler anakaradan devlet olanaklarıyla getiriliyor.
Adalarda iki havaalanı ve bir liman bulunuyor.
Peki, nasıl oluyor da anakaraya bu kadar uzak bir doğada, kuşlar bu kadar plastikle zehirleniyor?
Pasifik Çöp Girdabı
Türkiye’nin yüzölçümünün iki katı büyüklüğünde bir girdabın Büyük Okyanus’un tam ortasında, Hawaii’ye yakın Midway Adalarını daire içine aldığını düşünün… Bu girdap okyanus akıntılarıyla anakaradan taşınan çöp kitlelerinin yığınlar haline gelmesiyle oluşuyor.
Albatros yavruları bu plastik çöplerle besleniyorlar
Midway Adalarındaki Albatros yavruları, ebeveynleri tarafından, ada sahillerine taşınan bu plastik çöplerle besleniyorlar.
Yetişkin kuşlar, kıyıda biriken plastikleri yiyecek sanıp hem kendileri hem de yavrularını besliyorlar.
Sonunda ebeveyn albatroslar ve ardından bir yıl içinde yetişkin haline gelen yavruları plastikle beslendikleri için ölüyorlar.
Sadece albatroslar değil, birçok kuş ve deniz turu yok olma tehdidi ile karşı karşıya…
Fotoğrafçı Chris Jordan, ölen ve kıyıda kuruyan Albatros kuşlarını hiç dokunmadan fotoğraflamış.


7 Mayıs 2010 Cuma

Anlayana Sivrisinek Saz, Anlamayana...Kıssadan Hisse

Artık çok iyi bir ressam olduğunu iddia eden öğrencisine demiş ki hocası, "En beğendiğin resmini al ve en kalabalık yere götür. Resmin yanına da bir kırmızı kalem koy, gelen geçen buldukları hataları işaretlesin."
Öğrenci en güzel resmini almış ve hocasının dediği gibi kalabalık bir yere götürmüş. Kalem de koymuş resmin yanına, hataları bulun ve işaretleyin diye not da bırakarak, en ufak bir işaretleme olmayacağından gayet emin bir şekilde akşam resmin yanına gittiğinde, resmin her yanı işaretlenmiştir neredeyse.


Akşam hocası yine en sevdiği resimlerinden birini alıp aynı yere koyup bu kez boya kalemleriyle yanlış buldukları yerleri düzeltmelerini isteyen bir not bırakmasını istemiş öğrencisinin.
Yine denileni yapar ressam adayı ama bu kez biraz morali bozuktur. Akşam resmin yanına gittiğinde resmi sapasağlam, hiçbir yeriyle oynanmamış vaziyette bulur.


Sevinçle hocasının yanına gider.
Hocası der ki; "İşte hayat böyledir, insanlar eleştirmekten çok hoşlanır, hatayı bulmak kolaydır.
‘Haydi düzelt veya yol göster, çözüm önerileri sun’ denildiğinde hiç kimseyi bulamazsın etrafında.
Sen sen ol, yaptığın işten anlamayan, kıymetini bilmeyen insanlara işin hakkında soru sorma.
Sanatından anlayanlarla birlikte ol.

6 Mayıs 2010 Perşembe

DİJİTAL FOTOĞRAF DÖNEMİNDE AHLAK


JOHN LONG

Çeviri: Umur Koçak Semiz (Anadolu Ajansı)

Konuya girmeden önce iki konuya açıklık getirmek istiyorum:

1. Amacım, yanıtlar vermek değil. Amacım, okura fotoğrafları işlemek amacıyla bilgisayar kullanırken ortaya çıkabilecek ahlaki konuları tartışabilmesi için gerekli sözcük dağarcığını sağlamak. Ayrıca, ahlaki bir doğası olan kararlar alırken yardımcı olabileceğine inandığım ilkeleri ortaya koymak istiyorum. Herkesin benimle aynı fikirde olmasını beklemiyorum. Sadece okurun bu konular hakkında düşünmesini ve mantıklı bir biçimde kendi sonuçlarını çıkarmasını istiyorum.

2. Bilgisayarlar ile dijital fotoğrafçılığın ortaya çıkışı, yeni bir ahlaki standartlar bütününün ortaya konmasını gerektirmez. Yepyeni bir şeyle uğraşmıyoruz. Sadece görüntüleri işlemenin yeni bir yöntemini bulduk ve bilgisayarların kullanılmasında kılavuzluk edecek ilkeler, geleneksel fotoğrafçılıkta bize yol gösteren ilkeler ile aynı olmalı. Bu gerçek, bilgisayarla ilgili ahlaki ilkeler ile uğraşırken herşeye yeniden başlamaktansa daha az yıldırıcı görünüyor.

Foto muhabirleri olarak karşılaştığımız temel sorunlardan biri, halkın bize olan inancını kaybettiği gerçeğidir. Okurlarımız ve izleyicilerimiz artık gördükleri her şeye inanmıyor. Bütün görüntüler sorgulanıyor çünkü bilgisayarlar, görüntülerin işlenebildiğini ve değiştirilebildiğini kanıtladı. Filmler, reklamlar, TV programları ve magazinlerde, bilgisayarlar tarafından yaratılmış ya da değiştirilmiş görüntülere maruz kalıyoruz. William J. Mitchell'ın ''The Reconfigured Eye, Visual Truth in the Post-Photographic Era (Yeniden Düzenlenmiş Göz, Fotoğrafik Dönem Sonrası Görsel Gerçek)'' adlı kitabında işaret ettiği gibi, bir fotoğrafın doğasını nasıl belirleyeceğimiz üzerine bir paradigma yaşıyoruz. Fotoğraf, artık sabit bir görüntü değil; fotoğraf, hareket ettirilebilen en küçük unsurların karışımı ve bu, bir fotoğrafın ne olduğunu nasıl anlayacağımızı değiştiriyor. Belgesel foto muhabirliği, gerçek fotoğraftan geriye kalan son iz.

Gazetecilerin halka sunabileceği tek bir şey vardır ve bu da güvenilirliktir. Bu, okurun hatırlamasını istediğim ilk ve en önemli sözcük. Güvenilirlik olmadan, bir hiçiz. Çünkü halkın güveni olmadan bir meslek olarak varolamayız.

'Güvenilirliğimiz, saygın bir haber kuruluşunun halka yalan söylerken yakalandığı her bir durumda biraz daha zarar görür. Bunun en açık ve büyük bir kesim tarafından kabul edilmiş örneklerinden biri, TIME Dergisi'nin O. J. Simpson'un fotoğrafında yaptığı bilgisayar tonlamasıdır. TIME, Simpson'un tutuklandığı sırada çekilen fotoğrafını alıp kapağında kullanmadan önce değiştirdi. Eğer NEWSWEEK Dergisi, aynı fotoğrafı hiçbir değişiklik yapmadan kapağında kullanmasaydı, TIME yakalanmayacaktı. Her iki kapak, dükkanların raflarında yan yana sergilenince, halk bir şeylerin yanlış olduğunu gördü.

TIME ele geçirdiği fotoğrafı saat beş gölgesi ve daha kötü bir görünüş yaratarak karartmıştı. Fotoğrafın üst kısmını karartmış ve polisin verdiği numaraları küçültmüştü. Simpson'un suçlu olduğuna karar vermiş ve Simpson'u suçlu göstermişlerdi. (Burada iki konu var: Birincisi, fotoğraf ahlakı konusu, ikincisi ise, siyah suçludur kararı alan TIME Dergisi'nin ırkçı duyarsızlığı. Zenci topluluğu, hikaye yayınlandığında ikinci konuyu zaten dile getirdi. Bu başka bir makalenin konusu olarak irdelenmeli. Benim burada asıl ilgilendiğim fotoğraf ahlakı konusudur.)

Bir sonraki hafta yayınlanan başmakalede, TIME Dergisi'nin baş editörü şöyle yazdı, ''polis fotoğrafının sertliği, amansız parlak ışık, Simpson'un yüzündeki birkaç günlük sakal ve resmin soğuk görünüşü hafifçe düzeltildi ve Simpson, trajik bir ikon haline getirildi.'' Bir başka deyişle, fotoğrafı olduğu şeyden (bir belge) olmasını istedikleri şey haline getirdiler. TIME haberi vermek yerine bir editör açıklaması yayınladı. Gerçeğe benzeyen bir fotoğraf sundular, ancak bunun gerçek olmadığı ortaya çıktı. Halk kendini kandırılmış hissetti ki bu tamamen doğruydu. Böylesi bir davranışla TIME, hem kendi güvenilirliğine hem de bütün gazetecilerin güvenilirliğine zarar verdi.'

'Ahlak üzerine rasyonel ve mantıklı bir tartışma yapmak için, ahlak ile beğeni arasındaki farkın ortaya çıkarılması gerekir. Ahlak, hile ya da yalan konularına değinir. Beğeni ise kahvaltımızı yaparken okuduğumuz gazetelerde görmek istemediğimiz kan, cinsellik, şiddet ve yaşamın diğer yönleri ile ilgili konulara değinir. Herkes, beğeni-ahlak konusunu bu şekilde ele almaz, ancak ben bunun yararlı olduğunu düşünüyorum. Beğeni konuları, birkaç kişinin aboneliklerini iptal ettirmesine ve editöre mektup göndermesine yol açabilir, ancak bunlar birkaç gün içinde uçup gider. Ahlak ihlalleri, güvenilirliğe zarar verebilir ve etkileri yıllar sürebilir. Bir kez sarsıldığında, güvenilirliğinizi tekrar elde etmeniz olanaksızdır.'

'Mogadişu sokaklarında sürüklenen ölü Amerikan askerinin fotoğrafı, ahlak konusu yerine beğeni konusunu gündeme getirdi. Bu fotoğraf, o gün Somali'de neler olduğunu gösteren adil ve hakiki bir fotoğraftır ('doğru' kelimesini kullanmaya çekiniyorum. Doğru, içi doldurulmuş bir kavramdır ve kişisel yoruma açıktır. Bir kişi için doğru olan diğeri için doğru olmayabilir. Bu nedenle adil ve hakiki sözcüklerini kullanmayı tercih ettim. Bu sözcükler, daha kesindir).

Eğer ahlaki olarak hakiki ancak beğeni açısından kesinlikle şüpheli olan (kimse gazetede ölü Amerikalı askerler görmek istemez) bu fotoğrafı kullanacaksak, geçerli bir nedenimizin olması gerekir. Yukarıda ahlaki bir doğası olan kararlar alırken yardımcı olacağına inandığım ilkeleri ortaya koymak istediğimi söylemiştim: Eğer kamuoyunun toplum için bilgiye dayalı seçimler yapmak amacıyla söz konusu fotoğrafın verdiği bilgiye gereksinimi varsa, bu fotoğrafı kullanmamız gerekir. Adil ve hakiki bilgi olmadan toplumumuz için bilgiye dayalı seçimler yapamayız. Özgün bir toplum, adil ve doğru bilgi alma hakkı üzerine kurulabilir. Bu, anayasamızın ilk maddesinde belirtilmiştir. Bizi bir toplum olarak etkileyen kararlar almak için kentlerimizde, ülkemizde ve dünyamızda neler olup bittiğini bilmek zorundayız. Anayasa'nın ilk maddesi, basına değil, Amerikan halkına aittir. Bu ilke, sorumlu vatandaşlar olmak için adil ve doğru bilgi edinme hakkımızı garanti altına alır.

Somali'de bulunmamızın haklılığına dair bilgiye dayanan bir seçim yapabilmek için Amerikan askerinin sokaklarda sürüklenen cesedini görmemiz gerekiyordu. Kelimeler, gerçekleri dile getirir, ancak fotoğraflar bizi can evimizden vurur. Fotoğraflar, kelimelerin yapabileceğinden daha iyi bir biçimde gerçek anlamı, olan bitenin derin ve duygusal etkisini verir. Sonuçta toplum olarak Somali'yi terketmemiz gerektiğine karar verdik.

Askerin ailesi için son derece üzgünüm, ancak kimi zaman çoğunluğun gereksinimleri, azınlığın ya da bazen bir kişinin gereksinimlerinden önce gelir. Ülkemizde özel yaşam korunma altına alınmıştır (bu konuda genellikle Altıncı Madde'den alıntı yapılır), ancak hep birlikte yaşamak ve ortaklaşa hareket etmek zorundayız. Bu gereksinim, Birinci Madde'de şöyle açıklanır: ''Kongre, bir dinin kurulması ya da bu dinin gereklerinin özgürce yerine getirilmesini yasaklamak veya basının konuşma özgürlüğünü kısıtlamak veya insanların barışçıl yollarla toplanıp hükümete şikayetlerinin giderilmesi için dilekçe verme hakkını kısıtlamak için yasa çıkaramaz.''

''Fotoğrafçının kişisel ahlakı söz konusu olduğunda dürüst fotoğrafların ahlaki bir boyutu olabilir. Fotoğrafçı, fotoğraf çekme sürecinde bazı ahlaki standartları ihlal etmiş midir? Örneğin Sudan'da açlıktan ölen küçük kız çocuğunun ünlü fotoğrafını ele alalım. Çocuğun arkasında bir akbaba görürüz. Bu fotoğrafı, Kevin Carter çekti ve fotoğraf, Pulitzer ödülüne layık görüldü (bu fotoğraf, yardım örgütlerine büyük miktarda maddi kaynak sağladı.) Küçük kıza yardım etmediği için eleştirilen Carter, bu eleştirilere çocuğa yardım edecek görevlilerin orada olduğunu söyleyerek yanıt verdi. Pulitzer'ini aldıktan sonra Kevin Carter, Afrika'ya döndü ve intihar etti. Yaşamında bir sürü sorunu vardı, ancak bu olayların zamanlamasını göz önüne alınca o çocuğun fotoğrafı ile Carter'ın intiharı arasında bir ilişki olduğunu düşünmekten kendimi alamıyorum.

Bu, bütün gazetecilerin kariyerlerinde bir biçimde karşılarına çıkacak türde bir seçim. Bu, Carter'ın başına gelen gibi sıradışı bir durum olmayabilir, ama hepimiz bir biçimde yardım etmek ya da fotoğraf çekmek arasında bir seçim yapmak zorunda kalabiliriz. Kimi zaman, bir yangını ya da trafik kazasını izlerken, elimizdeki kamerayı bir yana bırakıp yardıma çağrılabiliriz. Bu konular hakkında şimdiden düşünmek olumlu bir bir şey, çünkü bir şekilde böyle bir durum başımıza geldiğinde çabucak bir seçim yapmamız gerekecek.

Şimdi size benim işime yarayan bir ilkeden bahsedeceğim. Bu, hiç de popüler bir ilke değil ve birçok gazeteci benimle aynı fikri paylaşmıyor. Yine de bu ilke sayesinde geceleri uyuyabiliyorum. Eğer yardım edebileceğiniz bir durum söz konusuysa, ahlaki olarak yardım etmekle yükümlüsünüz. Fikrimi desteklemenizi beklemiyorum. Sadece bu konuda düşünmenizi ve kendinizi böyle bir duruma hazırlamanızı istiyorum. Hangi durumda kameranızı bir yana bırakıp yardıma koşarsınız? Hangi durumda insanlığınız, gazeteciliğinizin önüne geçer?''

''Şimdi bu raporun ana temasına dönmenin tam zamanı: görüntüleri işlemede bilgisayar kullanımı ile ilgili ahlaki ilkeler.

'Weekly World News'i beğenirim. Dergi, ahlak ile ilgili tartışmalar hakkında sürekli kaynak sağlar. Derginin ünlü kapaklarından birinde bir uzaylı Başkan Clinton ile el sıkışıyordu. Bu, böylesi bir durumun fotoğrafını çekmeyi başarabilmiş bir fotoğrafçının kariyerinde dönüm noktası olacak harika bir fotoğraftır.

Bu fotoğrafa gülebiliriz. Aslında 'Weekly World News' gazetesinin bu tür dijital olarak yaratılmış fotoğraflar kullanması ile ilgili hiçbir sorunum yok. Çünkü bu fotoğraflar belirli bir bağlam içinde kullanılıyor. Sözcük dağarcığınıza katmak istediğim ikinci kelime: BAĞLAM. Fotoğrafın kullanıldığı yer, büyük bir fark yaratıyor. Eğer aynı fotoğraf New York Times'ın ilk sayfasında kullanılsaydı, New York Times gazetesinin güvenilirliğine zarar verecekti. Oysa bu fotoğraf, 'Weekly World News'in güvenilirliğini sarsamaz çünkü bu derginin zaten güvenilirliği yok (öyle görünüyor ki Weekly World News ve New York Times'ın ikisine de gazete diyebilmek için bir dizi yeni terim üretmemiz gerekiyor.)

Saygın yayınlarda fotoğrafların dijital olarak değiştirildiğini öğrendiğimizde bağlam, bir sorun haline gelir. Örneğin, Texas Monthly bir keresinde kapağında dönemin valisi Ann Richards'ın Harley-Davidson motosikleti üzerinde bir fotoğrafını yayımlamıştı. Fotoğrafta Ann Richards'a ait tek kısmın başı olduğu anlaşıldı. Motosiklet üzerindeki vücut, bir modele aitti ve valinin başı, elektronik metotlarla modelin vücudunun üzerine kondurulmuştu.

Editörler, derginin arka sayfalarından birinde oldukça küçük harflerle ne yaptıklarını açıkladıklarını ve bu açıklamanın kendilerini temize çıkardığını iddia ettiler. Notta şunlar yazılıydı:

Kapak:
Fotoğraf: Jim Myers
Stil: Karen Eubank
Takılar: Rancho Loco, Dallas
Botlar : Boot Town, Dallas
Motosiklet ve deri ceket: Harley-Davidson, Dallas
Deri pantalon: Patricia Wolfe
Arşiv fotoğraf (baş çekim): Kevin Vandivier / Texastock

Öncelikle, bu yazı, çok az insanın baktığı bir sayfanın altında ve 40 yaş üstü çok az sayıda insanın okuyabileceği bir yazı stili ile yayımlanmıştı ve sözcükler öylesine seçilmişti ki sanki yazının anlaşılmaması isteniyordu.

İkinci olarak, hiçbir manşet görsel bir yalanı affettiremez. Haberin bağlamı içinde eğer bir fotoğraf gerçek gibi görünüyorsa, gerçek olması daha iyidir. Bu fotoğraf, gerçeğe benziyor, ancak sahte. Gelecek kuşaklar için ardımızda bir gerçek fotoğraflar kolleksiyonu bırakmakla yükümlüyüz. Ann Richards'ın bu fotoğrafı, kamunun ilgi alanına girmiştir ve Richards'ın yeniden seçilme girişimi başarısız olduğunda AP, müşterilerine fotoğrafı hemen iletti. AP fotoğrafın gerçek olmadığını öğrendiğinde özür dilemek zorunda kaldı.

Yazılı Yalanlar

Janet Cooke, Washington Post'ta çalışan bir muhabirdi ve Jimmy adlı sekiz yaşında bir eroin bağımlısıyla ilgili haberi ile 1981 yılında Pulitzer Ödülü'nü kazandı. Ancak hikayeyi uydurduğu ortaya çıkınca ödülü elinden alındı ve işini kaybetti. Washington Post'un haberin sonuna italikle yazılmış şöyle bir tekzip koyduğunu düşünebiliyor musunuz?: ''böyle bir çocuğun varolmadığını, ancak bu tür şeylerin olduğunu biliyoruz. Haberi kişiselleştirmek amacıyla böyle bir çocuk yarattık. Jimmy aslında varolmasa bile, yazdığımız herşeye inanabilirsiniz.'' Washington Post, medya sanayisinde gülme konusu olacaktı, ancak bu aslında TexasMonthly'nin görsel yalanlarla dolu manşetlerinden başka bir şey değildir. Yazılı metinlere gösterdiğiniz saygının aynısını görsel imgelere de göstermek zorundasınız. Sözcükleri kullanarak yalan söylemiyorsanız, fotoğraflarla da yalan söylememelisiniz.

''Önceki dijital konferanslardan birinde, Cumhuriyetçi Don Doll, bir fotoğrafta elektronik olarak yapılabilecek değişimlerin dereceleri olduğuna işaret etti. Fotoğrafın sadece görünümü ile ilgili teknik değişiklikler vardır. Küresel renk düzeltmesi ve kontrast kontrolü gibi değişiklikler, fotoğrafı daha okunabilir kılmak için yapılabilir. Bunlar, fotoğraf gramerinin birer parçası tıpkı bir öyküyü okumamızı olası kılan dildeki gramer gibi (cümle yapısı, büyük harfler ve paragraflar). Fotoğrafçılıkta da bir fotoğrafı okumamıza olanak tanıyan bir gramer vardır. Bu değişikliklerin ahlaki ilkelerle ilgili yoktur. Bunlar, basitçe teknik değişikliklerdir.

Bağlamdaki değişiklikler ise, ikincil ya da temel olarak yapılabilir (bu, Aristoteles tarafından yapılan oldukça eski bir ayrımdır). Temel değişiklikler, fotoğrafın anlamını değiştirirken, ikincil değişiklikler, yararsız ayrıntıları değiştirir ve fotoğrafın gerçek anlamına dokunmaz. Bazı değişiklikler, açıkça diğerlerinden daha önemlidir. İkincil değişiklikler, temel değişiklikler kadar önemli değildir. Yine de her ikisi de değişikliktir.

Eğer bir gelin ile damadın fotoğrafından damadı çıkarırsanız, bu temel bir değişiklik olur, çünkü bu değişiklik fotoğrafın anlamını değiştirir. (Aslında, boşanma durumunda size bu hizmeti sunan şirketler var. Sanırım, bu işlemin sonunda düğün albümü gelinin giyinip kendisiyle evlendiği bir töreni andırıyor.)

Şimdi, bir geçit törenindeki bayanların iki fotoğrafına dikkat edin. Soldaki fotoğrafta bayanların arkasında teller görüyoruz. Oysa, sağdaki fotoğrafta bu teller kaldırılmış. PhotoShop'ta kopyalama
aleti ile bu tellerin kaldırılması sadece birkaç saniye sürer. Tellerin kaldırılması ikincil bir değişikliktir ve anlamsız bir ayrıntı kaldırılmıştır. Eğer bayrağı, konfedere bir bayrağa dönüştürseydik yada bayanlardan birkaçını fotoğraftan çıkarsaydık, bu fotoğrafın anlamını değiştirecekti ve temel bir değişiklik olacaktı. Ama sadece bayanların arkasındaki telleri kaldırırsak ne olur? Kim zarar görür? Aslında hepimiz zarar görürüz, büyük ya da küçük, yalan yalandır.

Kamuoyunun bunun küçük ya da büyük bir yalan olduğuna önem verdiğini hiç sanmıyorum. Deklanjöre basılıp, o an bir fotoğraf karesine yansıtıldığında, o fotoğrafın içeriğini herhangi bir şekilde değiştirme hakkımız yoktur. Bir haber fotoğrafında yapacağımız herhangi bir değişiklik, o anın herhangi bir biçimde ihlal edilmesi yalandan başka bir şey olmayacaktır. Büyük ya da küçük, bütün yalanlar, güvenilirliğimizi sarsar.

Konuyu ele alırken bu kadar katı olmamın nedeni şu: Belgesel fotoğraf son derece güçlü bir şeydir ve gücü gerçek olmasına dayanır. Gerçek fotoğraf, bize tarihe açılan bir pencere verir; günümüzün ve geçmişin büyük olaylarına tanıklık etmemizi sağlar. Gerçek fotoğraf, gücünü fotoğrafçının fotoğrafın çerçevesinden gördüğünü yansıttığı gerçeğinden alır. Resmettiği ham gerçeklik ve olasılık, belgesel fotoğrafın canlanmasına neden olur. Robert Kennedy'nin California'daki otelde ölürken çekilen fotoğrafına bakın; David Douglas Duncan ya da diğer büyük savaş fotoğrafçılarının çalışmalarına bakın; Martin Luther King'in Memphis'teki bir otelin balkonunda şehit edilirken çekilmiş fotoğrafına bakın. Bu fotoğrafların gücü, bu olaylar olurken çekilip zamanın o anını yakaladıkları gerçeğinden, değiştirilmedikleri gerçeğinden gelir. Bu fotoğraflardan birinde herhangi bir ayrıntı değiştirmek, güçlerini azaltır ve onları kocaman bir yalana dönüştürür. Böyle bir değişikliğin ardından bu fotoğraflar, artık fotoğrafçının gördüğü ve resmettiği şey olmaz. Bir başkasının o sahnenin olmasını istediği şey haline dönüşür. O. J. Simpson'un TIME Dergisi'nin kapağındaki fotoğrafında olduğu gibi, anın bütünlüğü, başmakalenin görüşünün zorla kabul ettirilmesi uğruna yok edilir.''

''Geçen 20 yıl içinde dijital değişikliğin birçok örneğini bulabiliriz. Bunların en önemlilerinden biri, 1982 yılında National Geographic'in kapağını süsleyen ünlü piramitlerdir. National Geographic'in elinde Mısır'daki piramitlerin yatay bir fotoğrafı vardı, ancak bundan dikey bir kapak çıkarılmak isteniyordu. Fotoğrafı, bilgisayar ortamına aktardılar ve piramitleri sıkıştırdılar. Bu gerçek hayatta yapılması son derece güç, ancak bilgisayar ortamında ise son derece basit bir işti. Yaptıkları şeyi, 'fotoğrafçının geçmişi yeniden şekillendirmesi' diye betimlediler (çağımızın en büyük edebi sözlerinden biri). Fotoğrafçı, istedikleri fotoğrafı çekmemişti. Onlar da, görsel bir yalan yarattı. Güvenilirliklerini sarstılar. (Daha önce söylediğim gibi) beğeni konularının ömürleri son derece kısadır, oysa ahlaki konular sonsuza dek devam eder. İşte bu yüzden aradan 20 yıl geçmesine rağmen hala Geographic'in yaptığı hakkında konuşmaya devam ediyoruz.


'Sports Illustrated', UConn Ulusal Basketbol Şampiyonası döneminde Connecticut için özel bir baskı çıkardı. Fotoğraflardan birinde, yıldız oyunculardan biri olan Rick Moore'u diğer bir oyuncu Kevin Freeman ile birlikte gösterdiler. Aynı fotoğrafı, derginin normal sayılarının birinin kapağında da kullandılar, bu kez Kevin Freeman fotoğrafta yoktu. Sanırım, fotoğrafa itiraz etmişti ve bu nedenle çıkarılmıştı.

Burada değinmek istediğim nokta, eğer Sports Illustrated aynı fotoğrafı iki kere kullanmasaydı, yakalanmayacaktı. Bilgisayar, görülmesi imkansız değişiklikler yapmamıza olanak tanır. Sports Illustrated, TIME, NEWSWEEK ya da diğer bir sürü gazete ve dergi kimbilir kaç kez fotoğrafları değiştirdi ve okuyan halk olarak biz, bunun farkına varmadık? İşte bu, bilgisayar çağında Pandora'nın kutusu.

Fotoğrafçılar ve editörler yalan söylemek için sadece bilgisayarları kullanmıyor. Fotoğrafları kurarak ya da photo ops'lara gönüllü ortaklar olarak da yalan söyleyebiliriz. Tüm bunlar, mesleğimize bilgisayarların yaptığı kadar büyük tehditlerdir. 'L. A. TIMES', arkasında bir ev alev alev yanarken bir yüzme havuzundan aldığı suyla başını ıslatan bir itfaiyecinin resmini yayımladı. Yarışma hazırlıkları sırasında, fotoğrafçının itfaiyeciye şöyle dediği tespit edildi: ''nasıl güzel bir fotoğraf çekeriz biliyor musun? Sen havuza git ve başını ıslat.'' Fotoğraf, kurmacaydı. Fotoğraf, yarışmadan çekildi ve fotoğrafçıya ağır disiplin cezası verildi. Bu da, PhotoShop ile yapılanlar kadar büyük bir yalan. Her ikisi de kabul edilemez.

'A Day in the Life' kitap serisinin, değiştirilmiş kapaklar konusunda uzun bir geçmişi var. Örneğin 'A Day in the Life of California'da fotoğraf güneşsiz bir günde ve yatay olarak çekilmişti. El, başka bir kareden alındı, sörf tahtası sörfçünün başına yaklaştırıldı ve gökyüzü, sörfçünün gözlerine uysun diye mavi yapıldı. Ellerinde alıntı yapılacak 30 bin görüntü vardı, ancak California'ya benzeyen tek bir kare bulamamışlardı. Bu yüzden bir görüntü yarattılar, California'nın benzemesini istedikleri bir görüntü.

Liste, sayfalarca sürüp gidebelir. NEWSWEEK, altızların annesi Bobbi McCaughey'in dişlerini düzeltti; NEWSDAY, gerçek yarışmadan bir gün önce Nancy Kerrigan ile Tonya Harding'i birlikte kayak yaparken gösteren bir fotoğraf yayımladı; PEOPLE, beş farklı negatifi birleştirerek ünlü göğüs kanseri hastalarının bir fotoğrafını yayımladı; St. Louis Post Dispatch, Pulitzer Ödülü sahibi fotoğrafçılarının fotoğrafından kola kutusunu çıkardı. Bunlar bildiklerimiz. Kim bilir farkına varmadığımız kaç fotoğraf var? Bu, tüm mesleğin güvenilirliğinin aşama aşama kaybolmasına yol açıyor ve bu savaşı kazanıp kazanamayacağımız konusunda emin değilim. Her yandan, sinemadan, televizyondan, reklam filmlerinden, internetten, gerçek olmayan, bilgisayarlarla yaratılmış görüntülerin bombardımanı altındayız ve belgesel foto muhabirliği, kurban edildi.''

''Bir ölüm kalım savaşının içinde olabiliriz, ancak varacağımız sonuç, uğruna dövüşmeye değer. Gerçek fotoğraflar, insanların kalplerini ve düşüncelerini değiştirebilir. Gerçek fotoğraflar, savaş ve toplum ile ilgili görüşlerimizi değiştirebilir. Vietnam, en iyi örneklerden biri. İki fotoğraf, bütün savaşı özetler: Nick Ut'un napalm bombasıyla yanmış kız çocuğunun sokaktan aşağı çırılçıplak koşarken çektiği fotoğraf ve Eddie Adams'ın Saygon sokaklarında idam edilen adamın fotoğrafı. Bu fotoğraflar, savaşı algılayışımızı değiştirdi. Bu fotoğraflar, güçlerini yakaladıkları gerçek andan alır. Hiç kimsenin, bu fotoğrafları ya da herhangi bir belgesel fotoğrafın içeriğini değiştirmeye hakkı yok. Bunun olmaması için çaba harcamakla yükümlüyüz.''


JOHN LONG imzalı bu yazı, ABD Basın fotoğrafçıları Derneği NPPA'nın resmi sitesinde "Ethics in the Age of Digital Photography" başlığı ile yer almıştır.

20 Nisan 2010 Salı

"İnsan Halleri"- 153. Dönem Projesi Fotoğraf Sergisi

Bir seneyi aşkın bir süredir eğitmen olarak görev yaptığım İFSAK'ta 153. Dönem kursiyerleri ile birlikte bir proje çalışması yürüttük.
Bu çalışmanın sergisini cumartesi günü İFSAK'ta açıyoruz.
Aşağıda detaylarını bulabileceğiniz etkinliğe herkes davetlidir.

"İnsan Halleri"- 153. Dönem Projesi Fotoğraf Sergisi Açılışı

24 Nisan 2010, Cumartesi , 16:00

Sergileme: 24 Nisan - 21 Mayıs 2010
İFSAK Üst Kat ve İbrahim Zaman Sergi Salonları

Danışman: Serdar Ercan
Danışman Yardımcısı: Murat Karayel
Katılımcılar: Ali Girgin, Aybike Gürışık, Ayşe Meral, Berrin Büyükşahin, Beyhan Sözer Arıkan, Bürçin Karagemicioğlu, Emine Uzel, Ertan Küpçü, Ertan Meşulam, Gonca Yılmaz, İlknur Çolak, Mehmet Cebeci, Melisa Özdilek, Murat Kansuker, Mustafa Ulus, Müesser Ceylan, Nihal Açıkgöz, Nurgün Çetinkaya, Seçil Köse, Sefa Karahan, Seray Şenol, Tuğçe Akkuş, Umut Tüy

29 Mart 2010 Pazartesi

Yüzyılın Gözü - Henri Cartier Bresson

Fransız yazar Pierre Assouline, yayınladığı Bresson biyografisinde fotoğrafçıdan Yüzyılın Gözü olarak bahseder.
Bu çok önemli bir kavramdır. Yüzyılın Gözü yakıştırması yaşadığı çağı bize fotoğrafları ile anlatan bir sanatçı için oldukça yerinde bir benzetmedir.
Evet, bugün sizlere çağımızın çok önemli fotoğrafçılarından “an fotoğrafının” büyük ustası ve çalışmalarını hayranlıkla izlediğim fotoğrafçılardan birisi olan Henri Cartier Bresson’un hayatından bahsedeceğim.

"Fotoğraf çekmek, aynı anda beynin, gözün ve kalbin bir olayı hedeflemesidir."

Henri Cartier Bresson 1908 yılında Paris’in Chanteloupe kasabasında orta halli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi.

İlk gençlik yıllarında resme merak saran Bresson 1927-1928 yılları arasında Paris'te ressam Andre Lhote birlikte çalıştı. Onun da etkisiyle resme ilgi duydu ve 1929 yılında Cambridge’e giderek resim ve edebiyat öğrenimi gördü. Almış olduğu resim eğitimi kompozisyon ve görüntüleri çerçeveleme konusunda kendisine çok yardımcı oldu.
Daha çocukluk yıllarında sahip olduğu Brownie marka fotoğraf makinesi ile fotoğraflar çeken Bresson profesyonel olarak 1930 yılından sonra ilgilenmeye başladı.
1931 yılında Afrika’ya gitti ve orada ormanda yaşadıklarını belgeledi.
Bu seyahati esnasında yakalandığı ateşli bir sıtma hastalığı sonucu Fransa’ya geri dönmek zorunda kaldı.
Fransa’da geçen günlerinde fotoğrafçılığa daha fazla ağırlık vermeye başladı. Hiçbir zaman elinden düşmeyen ilk Leica makinesini burada satın aldı.
35 mm’lik film kullanmaya başlayıp bu film üzerine neler yansıtabileceğini gördüğünde, hayal gücünün alevi onu kapladı. O günleri şöyle anlatır Bresson: "Sokaklarda saatlerce dolaşırdım, yaşayan, canlı zamanı tuzağa düşürüp kesin sonuca götüren an'ı dondurmak için..."
Tüm kariyeri boyunca hep 35mm ye sadık kalmıştır ve "gözümün devamı" diye tanımladığı Leica makinesini utangaç olarak taşımış olduğuna her yazısında değinir, ama bir o kadar da süratli çekimler yapmıştır.
1935 yılında Bresson Paul Strand ile birlikte New York’ta belgesel film yapımı ile ilgili bir eğitim aldı. 1936 yılında Jean Renoir’in Une Partie de Compagne (Bir Kır Gezisi) ve La Régle de Jeu (Oyunun Kuralı) isimli iki filminde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Bundan sonraki yaşantısında bir film yönetmeni olmaya ve fotoğraf geçmişini ardında bırakıp sonlandırmaya karar verdi.
1937 yılında Ratna Mohini'yle evlendi. Aynı yıl İspanya İç Savaşı’nda görev alan sıhhiyecilerin çalışmalarını konu alan bir belgesel yaptı. Belgeselin adı With the Abraham Lincoln Brigade idi.


İkinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde Fransız ordusunda görev yapmaya başladı. Savaş sırasında Alman’lara esir düşmüş ve iki defa kaçma denemesinde bulunduktan sonra 1943 yılında üçüncü denemesinde şansı gülmüş ve kaçmayı başardı. Bu kaçıştan sonra Almanların geri çekilmesini izlemekle görevli bir Fransız yer altı gizli örgütüne dahil oldu. 1945 yılında sürgünlerin Fransa’ya dönüşünü anlatan Le Retour (Dönüş) isimli belgesel filmi çekti.

Bu dönemden sonra tekrar fotoğraf hayatına geri dönüş yaptı ve 1947 yılında Robert Capa ve David Seymour ile birlikte Magnum Photos isimli fotoğraf ajansını kurdular.
Magnum Ajans’ta çalıştığı sürede dünyanın önde gelen dergi ve ajansları için fotoğraf sağlamış ve bu sayede Hindistan, Endonezya, Mısır ve Çin gibi dünyanın birçok ülkesini gezme fırsatı yakalamıştır. Buralarda ve Avrupa'da çektiği fotoğrafları 1952-1956 yılları arasında yayımladığı kitaplarında kullandı. Bunlardan en ünlüsü Images à la Sauvette 'te fotoğrafın anlamı ve tekniği üzerine kapsamlı düşüncelerine yer verdi. Meslek yaşamından en önemli yeri tutan "The Decisive Moment" ı 1952 yılında çıkarmış ve ardından da 400 baskılık retrospektif sergi 1960 da Amerika turuna çıkmıştır.
Bu kitaplar daha sonraları Cartier-Bresson'un fotoğraf ustası olarak anılmasına yardımcı oldu1964 yılında Türkiye’yi de ziyaret etmiş ve burada çalışmalar yapmıştır.
Bresson 70’lerle birlikte fotoğraf çalışmalarını arka plana iterek, gençliğnden bu yana tutkusu olan resim çalışmalarına yönelmiştir.

Bir fotoğrafçı ve gazeteci olarak Bresson, oluşturduğu görüntülerde, gördüğü şey hakkında, ne düşündüğün ve ne hissettiğini keskin bir biçimde ifade etme ihtiyacı duymuştur. Bu yüzden fotoğrafları sıklıkla inceliklidir ve kolay anlaşılırdır, nadiren karmaşıktır. Basın fotoğrafçılığına derin bir saygısı vardır ve hikayelerini tek bir etkileyici fotoğrafta anlatma eğilimindedir. İnsanın gerçekleri ve olgularla ile ilgili foto-muhabirlik deneyimi, onun haber ve tarih duyumundan, fotoğrafın toplumsal rolü ile ilgili yaklaşımından beslenmektedir. Bresson’un portre yaklaşımı da onu çağdaşlarından ayıran bir inceliğe sahiptir. Doğal ışık kullanarak, fotoğrafladığı kişi ile ilgili referanslara ulaşabileceğimiz mekansal portre anlayışından faydalanarak bu inceliği gözler önüne serer. Bresson fotoğraf çekme deneyimi için Mutlak An kavramını tanımlamıştır. Ona göre mutlak an saniyeden çok kısa bir süre içerisindeki, en doğru çerçeve, kompozisyon ile ulaşabileceğimiz, bize fotoğraflanan olayın ya da insanın özünü anlatan zamandır. Bu anın Şipşak fotoğraftan ayrıldığı nokta ise insan davranışlarını ve duygularını yansıtmasındaki ayrıntıda gizlidir. Bresson ‘Mutlak An’ adlı makalesinde “Fotoğrafda, en küçük şey bile, büyük bir özne haline dönüşeblir” sözüyle bu süreci özetlemektedir.Bresson'a göre objektif mutlak an'da açılıp kapandıysa, fotoğrafınızda içgüdüsel olarak geometrik bir düzen oluşturduğunuzu görür, bu düzen olmadan fotoğrafınızın hem şekilsiz hem de cansız kalacağını fark edersiniz. Bresson aynı zamanda bir fotoğrafın baskı sırasında kesilmesine (crop) tamamen kaşıdır. Ona göre, eğer bir fotoğrafı kesmeye ya da kırpmaya başladıysanız, oranların geometrik açıdan doğru olan karşılıklı etkileşimini öldürüyoruz demektir. Kısaca ona göre her şey Mutlak An'da belirlenir ve ardından gelen müdahaleler fotoğrafın özüne zarar vermekten öte herhangi bir işe yaramazlar.
Henri Cartier-Bresson Paris'te 4 Ağustos 2004 tarihinde 95 yaşında yaşama veda etti. Arkada bıraktıkları ise fotoğraf sanatına katkıları oldu. Onun yapıtları ve kitaplarında aktardığı düşünceleri fotoğrafçılığın bir sanat dalı olarak kabul edilmesine yardımcı oldu. Böylece, özellikle fotojurnalizmin ve sokak fotoğrafçılığının temelleri atılmış oldu.
Çalışmalarını incelemek için:

Magnum Photos Sayfası

Sanatçının Resmi Web Sitesi

24 Mart 2010 Çarşamba

Deklanşöre her dokunuş aslında o ana dokunuştur.

Ve dondurduğumuz o anlar akıp giden yaşam içerisinde küçük, ama bazen dünyayı değiştirecek büyüklüktedirler.


Hayat devinimi içerisinde her eylemin gerçekleştiği bir “doğru an” vardır.

Doğru anda koşmalıyız, doğru anda doğmalıyız, doğru anda teklifte bulunmalıyız, doğru anda konuşmalıyız, doğru anda… doğru anda deklanşöre basmalıyız.


Resmi icadı olan 1839 yılından bu yana yaklaşık 170 yıllık ömrü süresince fotoğraf, insanların kendi görsel hafızalarının yerini almış ve tüm önemli anların sayfalar dolusu yazı yazmak yerine ufak bir kağıt üzerine kaydedilmesini sağlamıştır.


Bir fotoğraf bin sözcüğe bedeldir derler. O anı öyle kaydetmeliyiz ki kameramızın belleğine, izleyen insanların belleklerinde de uzun süreler yer etsin.


İşte fotoğrafın bu 170 yıllık serüveninde deklanşörüne hangi “doğru anda” dokunacağının kararını iyi vermiş ve “karar anı” nı yakalayarak bizlere dünyanın gidişatını bile değiştirecek fotoğraflar bırakmış ünlü isimlere zaman zaman blogumda yer vereceğim.


17 Mart 2010 Çarşamba

Face Detection ( Yüz Tanıma ) Teknolojisi



Bildiğiniz gibi fotoğraf makinesi üreticileri dijital sistemde kafamızı karıştırmak için türlü numaralar peşinde koşuyorlar her gün.
Artık gerek DSLR, gerekse Compact fotoğraf makinelerinde Face Detection (Yüz Tanıma) Sistemi diye bir teknoloji geliştirildi.
Kompozisyondaki insan yüzleri üzerinde otomatik olarak netleme ve pozlama sağlayan bir teknoloji bu.

Yüz tanıma teknolojisi sayesinde fotoğrafı çekilen kişilerin yüzleri gölgelerden arındırılıyor. Giyilen kıyafetin rengi ve arka plandan makineye düşen ışık gibi nedenlerle karanlık çıkabilen ten rengi, yüz tanıma özelliğiyle aydınlık ve net bir şekilde fotoğraflanabiliyor. Bu özellik çerçeve içine alınan yüzün konumunu saptayarak bu noktaya odaklanıyor ve makine ayarlarını da tespit edilen konuma göre düzeltiyor.
Yüz tanıma (face detection) yazılımı, kamerada bulunan ana devrenin içine yerleştirilmiş bir entegre devre içinde yer alıyor.

Sistem aktif hale getirildiğinde, resim çerçevesinde yer alan 10-15 taneye kadar insan yüzü tanımlanıyor ve diğer objelerden ayrı işlem görüyor.

Bu yüzlerden baskın olan yeşil çerçeve ile, diğer yüzler ise beyaz çerçeve ile işaretleniyor. Söz konusu işlem 0.05 saniye içinde gerçekleşiyor.

Bu şekilde insan konulu fotoğraf çekimlerinde hata payı büyük oranda azalıyor. Kameradaki yazılım metre, parlaklık, ışık ve beyaz ayarlarının tamamını insan yüzlerini referans alarak yapıyor.
Nikon'un Coolpix S60 modelinin lansmanı için bu konuyu temel alarak yapmış olduğu reklam çalışması gerçekten çok yaratıcı ve esprili. Bu tanıtım görsellerini de konuyu pekiştirmek açısından sizlerle paylaşmak istedim.

SİNEFİL'in Tavsiyesi

Merhaba,
Artık blogumu takip ederken her hafta değişecek olan, hafızamda gerek görsel, gerekse duygusal olarak yer etmiş filmleri sizlere de tavsiye edeceğim.
Sizin de beğendiğiniz filmler varsa bana göndererek buradan paylaşmamızı sağlayabilirsiniz.

16 Mart 2010 Salı

Bugün sizlerle Belgesel Fotoğraf Atölyesi'nin ödev konusu olan projemin gösterisini paylaşmak istiyorum.



Vapur Yolcuları
Yükleyen serdarercan. - Yeni sanat videolarını keşfet.

8 Mart 2010 Pazartesi

Ben Kimim?

1974 yılında bir Eylül sabahı İstanbul'da dünyaya gelmişim.
Sevgili babamın fotoğraf merakı sayesinde bol fotoğraflı geçen bir bebekliğim ve çocukluğum oldu.
Çocukluk yıllarımda evimizde her zaman fotoğraf merakı vardı. O yıllarda evimizde buna benzer 24 pozluk filmler kullanan acayip fotoğraf makineleri vardı.;





Birgün babam eve Zenit marka bir fotoğraf makinesi getirdi. İşte o zaman belki de fotoğraf merakımın gerçekten başladığı gün olacaktı.
36 pozluk film takabildiğim bu makine gerçekten çok enteresandı. Objektifi üzerinde ayarlanabilir diyaframı vardı ve filmlerden çıkan talimatnamelere göre ayarlar yapıp çekimler yapardım. ASA100 getir, güneşli havada f:5,6 500 enstantane çek.

Üniversite yılları boyunca hep bu makine ile çekimler yaptım. Bence Zenit oldukça başarılı lenslere sahip çok güzel bir makine idi.
Bir de ben yeterince başarılı olsam herşey çok daha güzel olacaktı...

Yıllar birbirini kovaladı ve en sonunda kafaya koyduğum o Zenit makineye iyi fotoğraf çektireceğim fikrini hayata geçirmek için bir kursa gitmeye karar verdim.
Ben fotoğraf öğrenmeye başladım ama ne yazık Zenit makinem kayboldu... İlk gözağrım yoktu artık. İçimdeki bu ukteyi günün birinde yeni bir Zenit alarak dindirmek isterim hep. Sizlere günün birinde Zenit filmli makine ile çektiğim yeni fotoğrafları göndereceğim söz...

2004 Yılında İFSAK'ta temel fotoğraf eğitimi aldım. Daha sonra İFSAK eğitim birimine girdim ve halen görevime devam etmekteyim.
Yine İFSAK'ta Altan Bal atölyesinde Belgesel Fotoğraf eğitimi aldım ve bu eğitim benim fotoğraf alanında bakışımın oluşmasında büyük etken oldu. Kişisel çalışmalarım halen belgesel tarzda denemelerle devam etmekte. Sizlerle zaman zaman bu çalışmaları paylaşacağım.

Şu anda İFSAK 135. dönem proje grubunun "İnsanlık Halleri" konulu proje çalışmasının danışmanlığını devam ettirmekteyim. 24 Nisan 2010 Cumartesi günü bu projenin sergisinin açılışı var. Daha sonra sizlere duyurusunu göndereceğim.

Merhaba

Merhabalar,
Bu blogda yıllardan beri uğraştığım fotoğrafçılık alanında deneyimlerimi, düşüncelerimi, yeni öğrendiğim bilgileri sizlerle paylaşacağım. Sıkça fotoğraftan, zaman zaman da fotoğrafı besleyen diğer sanat dallarından bahsedecek, sizlerin yorumları ile sayfalarımızı zenginleştireceğiz.