15 Ağustos 2012 Çarşamba

Canon 650D'nin Sorunu Büyüyor

Canon 650D'nin Sorunu Büyüyor

Canon'un kısa bir süre önce duyurdu yeni dijital SLR modeli 650D'de ortaya çıkan alerji sorunu giderek büyüyor. Firma ikinci bir duyuru ile problem yaşayan kullanıcıları uyardı.

15/08/2012 09:44
Temmuz ayının başında haberini yaptığımız ve 650D'de (ABD'de Rebel T4i ismiyle satılıyor) ortaya çıkan alerji sorunu giderek büyüyor. İkinci kez bir açıklama yapan Canon, 650D modelinde bulunan bazı kauçuk malzemelerin zamanla beyazlayabileceğini ve alerji yapabileceğini yeniledi.
Tüm dünya çapında geçerli olan duyuru ile birlikte olaydan etkilenen fotoğraf makinelerinin seri numalarını kontrol edilebileceği bir sitenin linkini de veren firma ürünleri tamir edilmek üzere geri çağırıyor.
Fotoğraf makinenizin seri numarasının altıncı rakamı 2 ya da daha büyükse bu sorundan etkilenilmediği anlamına geliyor. Eğer burada 1 rakamını görüyorsunuz cihazı servise götürmeniz gerekiyor. Sorun yaşanan fotoğraf makinelerinin 31 Mayıs - 27 Temmuz arasında üretilen cihazlar olduğu da açıklamada belirtiliyor.
Ülkemizde resmi olarak da satılan 650D modellerinde bu sorunun olup olmadığı bilinmiyor. Türkiye'deki Canon temsilcisi Canon Eurasia resmi kanallardan satılan ürünlerde bu tip bir sorun oluştuğunda tamir garantisi veriyor. Ancak yurtdışından getirilen ve spot olarak tabir edilen ürünlerde bu sıkıntı yaşanabilir. bu yüzden Canon'un resmi sitesindeki bulunan sayfadan elinizdeki ürünün seri numarasını kontrol ettirmenizi öneriyoruz.
http://www.usa.canon.com/cusa/support/consumer?pageKeyCode=prdAdvDetail&docId=0901e024805ba6ce
Yazan: Özgür Çetin
SDN - ShiftDelete.Net

5 Temmuz 2012 Perşembe

Risale-i Fotografya

“…mezkûr kâğıt kuruduktan sonra, albüminli tarafını camın kollodionlu tarafına kapayıp, şasi pozitif derûnuna vaz’ ile ziya-ı şemsin üzerine amuden tesir edeceği bir mahale koyarak albumin üzerinde bulunan nitrate d’argent siyahlanıp, güvercin göğsü rengi kesb oldukta ziyadan ahz etmelidir ”

Yukarıda yazanlar size neyi ifade ediyor ? Merak ediyorsanız buyrun yazımızı okuyalım;


XIX. Yüzyıl bir icatlar yüzyılıdır. Daha önceki yüzyıllarda yapılan bilimsel çalışmalar, bu yüzyılda meyvelerini vermeye başlamış ve bilimin insan gereksinmelerine uygulanmasıyla, hayretler uyandıran teknik gelişmeler meydana gelmiştir. Örneğin, telgraf ve telefon ilk akla gelenlerdir. Ayrıca elektriğin aydınlanmada kullanılmaya başlanması da bu yüzyıla rastlar. İlk buharlı makine ve tren XIX. yüzyıl başında kullanılmıştır. Fonograf, gramofon, sinematograf yine bu yüzyılın buluşlarıdır.

Bütün bu buluşlar gibi, çığır açıcı diğer bir buluş da fotoğraftır.
Fotoğraf üzerine yapılan çalışmaları Aristo’ya kadar götürmek mümkünse de, gerçek anlamda fotoğrafın icadı, fotoğraf kimyası üzerine yapılan çalışmaların gelişmesiyle mümkün olmuştur.

Joseph Nicéphore Niépce’e gelinceye kadar, ışığın gümüş tozları üzerindeki etkisi biliniyordu. Ancak Niépce, dünyanın fotoğraf makinesiyle elde edilen ilk kalıcı görüntüsünü sağlamayı başardı. Oda penceresinden dışarısını görüntülediği fotoğrafın çekimi yaklaşık sekiz saat sürmüştü (1).
Niépce’in çalışmalarını yakından takip eden Louis Jacques Mendé Daguerre onunla bir ortaklık kurdu ve iki araştırmacı birlikte çalışmaya başladılar. Daguerre gümüş iyodürün ışığa duyarlılığı ile ilgileniyordu.

1833’te ortağının ölümünden sonra Daguerreotype adıyla anılan yöntemi buldu (kendi yaptığı fotoğraf makinesine de bu ad verilmiştir).
Daguerre’in bu yöntemi 1839 yılında Fransız hükümeti tarafından satın alındı. Bu buluş kısa sürede, bütün Avrupa’da olduğu gibi İstanbul’da da duyuldu. 18 Kasım 1839 (19 Şaban 1255) tarihli Takvim-i Vakâyi gazetesi Daguerreotype’in icadını haber veriyordu (2). Kısa bir süre sonra Avrupalı fotoğrafçılar İstanbul’a gelerek çalışmaya başladılar. Daha sonra ilk fotoğraf stüdyoları açılmaya başladı.

Fotoğraf, icadından kısa bir süre sonra yurdumuza girmesine karşın, fotoğrafla ilgili eğitici yayınlar için bir süre daha beklemek gerekecektir.
Dünya basın tarihinde ilk eğitici fotoğraf yayını, 1839 yılında Daguerre’in otuz baskı yapan ve bütün Avrupa dillerine çevrilen, New York’da da yayınlanan cep kitabıdır. Bu kitap, 15 Ağustos 1841 (26 Cemazıyelâhir 1256) tarihli Ceride-i Havâdis gazetesinde çıkan habere göre, yayınlanışından iki yıl sonra Türkçeye çevrilmiştir. Ancak, bugüne kadar bu çevirinin izine rastlanmamıştır(3).

Yurdumuzda, fotoğraf konusunda yayınlanan ilk kitap Torosyan’ın Risale-i Fotografya’sıdır. 1866 yılında basılan bu kitap Türkçe olmasına karşın Ermeni alfabesiyle kaleme alınmıştır (4).

Arap harfli Osmanlı alfabesiyle basılan ilk kitap ise Yüzbaşı Hüsnü Bey’in Risale-i Fotografya’sıdır. Yazımıza da konu olan bu kitap 1872 yılında basılmıştır.

Kitabın yazarı Yüzbaşı Hüsnü, Mühendishane-i Berri-i Humâyun mezunlarından olup, İstanbul Langalı ve ressam olması dışında hakkında bir bilgi yoktur.

Kırk sekiz sayfalık bu kitap bir önsöz ve dört bölümden oluşmaktadır. Ayrıca, her bölüm de kendi içinde alt bölümlere ayrılmaktadır.

Yazar, kitabın önsözünde, adet olduğu üzere devrin padişahına (Abdülaziz) şükranlarını sunduktan sonra, Paris, Münih ve Belçika’da fotoğraf, fotolitografi, fotoçinkografi ve galvaniplasti yöntemleri üzerine öğrenim gördüğünü ve bu bilgilerin başkalarına da aktarılabilmesi için bu risaleyi kaleme aldığını anlatmaktadır.

Kitabın birinci bölümü fotoğraf üzerinedir. Bu bölümde görüntünün cam levha üzerine alınması, sonra bunun banyosu ve negatifin elde edilmesi ve görüntünün kağıt üzerine aktarılması anlatılmaktadır.

Bugün kullandığımız selüloit filmler henüz ortaya çıkmadığı için, o zamanlar cam veya kristal levhalar kullanılıyordu. Hazırlanan emülsiyon bu levhalar üzerine sürülmekteydi.

XIX. yüzyılda fotoğrafçılar, fotoğraf kartlarını da kendileri hazırlıyorlardı. Yazarımız bu konu üzerinde de durur ve kart üzerine sürülecek duyarkat için 100 santimetreküp yağmur suyu ile 10-15 gram gümüş nitrat’ın karıştırılıp kart üzerine sürülmesini salık verir.

Daha sonraki işlemleri ise yazar şöyle anlatmaktadır:

“…mezkûr (sözü edilen) kâğıt kuruduktan sonra, albüminli tarafını camın kollodionlu tarafına kapayıp, şasi pozitif derûnuna vaz’ ile (uygulamakla) ziya-ı şemsin (güneş ışığının) üzerine amuden (dik olarak) tesir edeceği bir mahale koyarak albumin üzerinde bulunan nitrate d’argent (gümüş nitrat) siyahlanıp, güvercin göğsü rengi kesb oldukta ziyadan ahz etmelidir (alınmalıdır)” (5). Bundan sonra kart tesbit banyosunda on iki saat bekletilir.

Kitabın ikinci bölümü fotolitografya üzerinedir. Fotolitografya, bir fotoğrafı taş levha üzerine aktarıp, taş baskısı ile çoğaltılması yöntemidir.
Üçüncü kısımda anlatılan Fotoçinkografi ise, aynı yöntemin taş yerine çinko levha ile yapılan şeklidir. Her iki yöntem de burada anlatılamayacak şekilde uzun ve karmaşık işlemlerden oluşmuştur.

Dördüncü bölümde fotogalvaniplasti yöntemi anlatılmaktadır. Bu yöntem “resim ve yazıları fotograf ile bil-ahz (alarak), elektrik vasıtasıyla bakır üzerine hak etmek” (6) ten ibarettir.

Yazar bu yöntemi şu şekilde özetlemektedir:

“…buna dair olan ameliyat üç kısım olup, birincisi, resmi chambre noir (karanlık oda) vasıtasıyla almak,

İkincisi, resm-i me’huzun (alınmış olan resmin) üzerinde jelatin vasıtasıyla kabartma yapmak,

Üçüncüsü dahi, kabartmaları yapılmış resmi madenledikten sonra galvaniplasti ile mahkuk (kazınmış) bir levha hâsıl edip, ondan lâyuad ve lâyuhsa (sayısız) resim tâb etmektir” (7).

Daha sonra bu adımlar ayrıntılarıyla anlatılmaktadır. Ayrıca yazar, galvaniplasti işlemi sırasında kullanılacak olan pillerin yapımı konusunda da bilgi vermektedir.

Foto-galvaniplasti konusu kitabın son bölümünü oluşturmaktadır. Yazar tüm bu bilgileri Avrupa’da bulunduğu sırada çeşitli fotoğraf kitaplarından tercüme ettiğini ve bundan böyle yılda bir kez bir kitap yayınlayacağını söyleyip sözü bitirmektedir. Ancak, Yüzbaşı Hüsnü’nün Risale-i Fotoğrafya dışında bir kitabına rastlanmamıştır.

Söz konusu kitabın en önemli yanı, fotoğrafla ilgili ilk Türkçe kitap olmasıdır (Torosyan’ın kitabını saymazsak). Ayrıca, fotoğraf gibi önemli bir konuda, Avrupa dillerindeki bilgilerin Türkçeye aktarılması ve konunun daha geniş kitlelere yayılması çabaları da önem taşımaktadır.

Tarık Yurtgezer

Dipnotlar:

AKDENİZ, Tanju, Fotoğraf Temel Eğitim Kursu Ders Notları, Ankara, 1990, s.2.

ÇİZGEN, Engin, Photography in the Ottoman Empire (1839-1919), İstanbul, 1987, s.21.

AK, Seyit Ali, Türkçe Fotoğraf Yayınları Kataloğu, İstanbul, 1982, s18-19.
ÇİZGEN, E, A.g.e., s.180.

Yüzbaşı Hüsnü, Risale-i Fotoğrafya, Cerîde-i Askeriyye matbaası, İstanbul, 1279 (1872), s.15.

A.g.e., s.31.

A.g.e., s.32.

Fotoğrafya'nın 3. sayısından alınmıştır.


 

27 Haziran 2012 Çarşamba

İMO Kıyıköy Fotoğraf Gezisi






Geçtiğimiz pazar günü İMO Fotoğraf Grubu ile Kıyıköy gezisi düzenledik.
Çok keyifli bir gezi gerçekleşti.
Tavsiyem yaz dönemi Kıyıköy'e fotoğraf amaçlı gezilerden kaçınmanız. Çünkü yaz dönemi deniz için gelen insanlar Kıyıköy'ü gerçekten dayanılmaz hale getirmiş durumda:)

1 Haziran 2012 Cuma

TIPA 2012 ÖDÜLLERİ


The annual meeting of the Technical Image Press Association to vote for the best photographic and imaging products in 2012 was held on 24 March 2012 in Cape Town, South Africa.
This year at the TIPA General Assembly 29 member magazines and the Camera Journal Press Club (CJPC) of Japan voted for the best product in each category. The General Assembly selected the best photo and imaging products in 2012 in 40 categories.
TIPA has member magazines from nine European countries plus Australia, Canada, China, South Africa and the USA.
Best Photo Software
Adobe Photoshop Elements 10

Best Professional DSLR Lens
Canon EF 8–15mm f/4L USM fisheye lens

Best Video Digital SLR
Canon EOS 5D Mark III

Best Professional Videocamera
Canon EOS C300 Digital Cinema Camera

Best Digital SLR Professional
Canon EOS-1D X

Best Multifunction Photo Printer
Canon PIXMA MG8250

Best Expert Compact Camera
Canon PowerShot G1 X

Best Photo Service
Fujifilm Fotoservice Pro

Best CSC Professional
Fujifilm X-Pro1

Best Superzoom Camera
Fujifilm X-S1

Best Fine Art Inkjet Paper
ILFORD GALERIE Prestige 310gsm

Best Premium Camera
Leica M9-P

Best Tripod
Gitzo New Systematic series

Best Mobile Photo App
Snapseed by Nik Software

Best Digital SLR Entry Level
Nikon D5100

Best Digital SLR Expert
Nikon D800

Best Professional Flash System
Nikon SB-910

Best Imaging Innovation
Nokia PureView technology

Best Digital SLR Video Accessory
OConnor O-Focus Dual Mini

Best CSC Fixed Focus Lens
Olympus M.ZUIKO DIGITAL ED 12mm 1:2.0

Best CSC Entry Level
Olympus PEN E-PL3

Best CSC Expert Lens
Panasonic LUMIX G X Vario PZ 14-42mm

Best CSC Advanced
Panasonic LUMIX GX1

Best Rugged Compact Camera
PENTAX Optio WG-2

Best Mobile Imaging Device
Samsung GALAXY Nexus

Best General Compact Camera
Samsung MV800

Best Photo Tv Display
Samsung Smart OLED TV

Best Photo Monitor
Samsung SyncMaster24/27A850 (PLS)

Best Photo Projector
Epson EH-TW9000W

Best Expert Photo Printer
Epson Stylus Photo 1500W

Best Entry Level DSLR Lens
Sigma 18-200mm F3.5-6.3 II DC OS HSM

Best Expert DSLR Lens
Sigma APO MACRO 180mm F2.8 EX DG OS HSM

Best CSC Expert
Sony Alpha NEX-7

Best Digital SLR Advanced
Sony Alpha SLT-A65

Best Imaging Storage Media
Sony XQD Memory Cards

Best CSC Entry-Level Lens
Tamron 18-200mm F/3.5-6.3 Di III VC

Best Accessory
Vanguard BBH-200 Ball Head

Best Photo Bag
Vanguard Heralder series

Best Digital Accessory
Wacom Intuos5 series

Best Colour Management System
X-Rite i1 Display Pro

7 Mayıs 2012 Pazartesi

Dali Atomicus Nasıl Çekildi_?

Dali‘nin Philippe Halsman tarafından çekilen fotoğrafını mutlaka görmüşsünüzdür. 1948′de çekilen ‘Dali Atomicus’ ta İspanyol ressam Salvador Dalí, kapalı bir odada, çeşitli eşyalar ve üç canlı kediyle birlikte havada asılıymış gibi yer alır. Gerçeküstü bir içeriğe sahip fotoğrafın daha Photoshop gibi programların henüz var olmadığı bir dönemde çekilmesinin oldukça ilginç bir öyküsü var.
 Halsman, Paris‘te Vogue, VU, ve Voilà, New York‘ta Life gibi dergiler için ünlü kişilerin portre fotoğraflarını çekiyordu. Dalí ise, 2. Dünya Savaşı sonrasındaki dönemde yaptığı sürreal tablolarda atom kavramını ve protonlar ile nötronların itme gücü sayesinde her şeyin bir “asılı kalma” durumunda oluşunu işliyordu. 1940′ların başında tanışan iki sanatçı Harold Edgerton’ın 1930′larda çektiği ‘Coronet’ isimli fotoğraftan esinlendi. Yeni düşmüş bir süt damlasının sütün yüzeyinde oluşturduğu taç benzeri yapıyı ve havadaki küçük bir damla sütü gösteren bu fotoğraftaki “asılı kalma” özelliği, Dalí ve Halsman’ı çok etkiledi.
   Dalí ve Halsman fotoğrafta önceleri tavukları kullanmayı ve havaya süt fırlatmayı düşünmüştü. Ancak hayvanları korumaya dair yasaları çiğnememek için, kedileri zarar görmeyecekleri biçimde kullanmaya karar verdiler. Halsman çekimi New York’taki stüdyosunda, bir sene önce kendi hazıladığı 4 x 5 formatındaki çift lensli fotoğraf makinesini kullanarak yaptı.
Resimde kullanılan şövale ile tablo iplerle tavana tutturulmuştu. Sol taraftaki sandalyeyi, fotoğrafçının eşi Yvonne tutuyordu. Asistanlar ise suyu ve kedileri havaya fırlatıyordu. Fotoğrafçı saymaya başlıyor, üçe geldiğinde kediler ile su fırlatılıyor, dörtte ise Dalí zıplıyor ve Halsman fotoğrafı çekiyordu. O gün stüdyoda, Halsman’ı tatmin edecek poz yakalanana kadar altı saatlik bir çalışma sonrasında 28 farklı fotoğraf çekildi.Fotoğrafçı, daha sonra yayımlanan bir kitabında o günü şöyle anlattı: “Ben ve asistanlarım ıslanmış, kirlenmiş ve neredeyse tamamen tükenmiştik – sadece kediler hâlâ yeni gibi görünüyordu”.

 Halsman daha sonra, çektiği bu fotoğraf üzerinde çeşitli değişiklikler yaptı. Cisimleri tutan ipleri yok etti ve sol kenarı kırparak sandayeyi tutan Yvonne’un elini ve suyu fırlatan asistanı dışarıda bıraktı. Ancak yaptığı en büyük değişiklik, çekim sırasında boş olan şövale üzerine, Dalí’nin ikinci bir tablosunu yerleştirmekti. Ancak Halsman, boş şövaleyi tablo ile doldurmasına rağmen, cismin yerdeki gölgesini değiştirmedi.
 Halsman fotoğrafta, daha sonra “Jumpology (zıplama bilimi)” olarak adlandıracağı tekniği kullandı. Halsman’a göre, fotoğrafçıya poz vermek yerine zıplayan kişiler, fotoğrafın çekildiği anda duygusal açıdan dengesiz yakalanıyorlardı ve bu fotoğraflar sayesinde kişiliklerinin çeşitli özellikleri belirlenebilirdi.Fotoğraf, çekildikten hemen sonra Life dergisinde iki sayfaya basıldı. İlgi çeken bu sıradışı fotoğrafın kısa sürede dünya çapında birçok kopyası yayımlandı, ancak fotoğrafçı bunlar için telif ücreti almadı.Fotoğraf daha sonraları, Edward Steichen’ın hazırladığı Photography in Retrospect isimli seçkiye dahil edildi.





6 Mayıs 2012 Pazar

İMO Temel Fotoğraf Eğitimi Yeni Grup

İnşaat Mühendisleri Odası Temel Fotoğraf Eğitimi Atölyesi'nin yeni dönemi tüm hızı ile devam ediyor.
Fotoğraf tutkunu arkadaşlarımız ile teorik derslerin ardından ilk uygulama gezimizi her zamanki gibi Sultanahmet ve Gülhane Parkı civarında gerçekleştirdik.
Uygulamaların sonuçlarını hepimiz merak içerisinde bekliyoruz :)

27 Nisan 2012 Cuma

İnsan Gözünün Optik Değerleri Nelerdir???

fotografium.com sitesinden alıntıdır...

İnsan gözü optik olarak her zaman ilgi uyandırmıştır. Şu anki teknolojiyle bile bazı konularda yanına yaklaşmaya çalıştığımız insan gözü özellikleriyle gerçekten büyülüyor. İnsan gözünün kendi fotoğrafları bile yeterince ilgi çekse de özellikleri de bunları destekliyor. Altta Hakan Kutgün ‘ün konuyla ilgili makalesini bulacaksınız.
Bu yazı insan gözünün özelliklerinin fotoğraf makinelerinin teknik özellikleri bazında eşdeğerlerini merak etmem üzerine tarafımdan yazılmış yarı bilimsel, yarı destekli-tahminsel, bir taslak yazıdır. Kendi çabalarım sonucu bir kısmını bilimsel makalelerden topladığım ve bir kısmını da bilimsel formüller ile türettiğim bilgilerle bu konuda sıkça merak edilen parametrelere sayısal değerler bulmaya çalıştım. Meselenin burada da sürekli merak konusu olması üzerine paylaşmaya karar verdim. Bu konudaki kişisel emeğimi bilgilerinize sunuyorum. Lütfen alıntı yaptığınız takdirde referans gösteriniz.
Odak Uzunluğu
Aslında sorunun cevabı çok basittir: Gözün gerçek odak uzunluğu göz küresinin çapına yaklaşıktır. İnsan gözü, fotoğraf merceklerinin aksine, tek mercekli bir yapı olduğundan bu tek mercek ışığı doğrudan görüntü algılayıcısı üzerine odaklar. Dolayısıyla odak uzaklığı mercekle retina arasındaki uzaklığın aysıdır ki bu da göz küresinin yere paralel eksendeki çapına çok yakındır.
Ortalama bir Avrupalı yetişkinin lens-retina mesafesinden:
Sonsuzda odak uzunluğu = 22-24mm’dir
(ref: Light, Color and Vision, Hunt et al., Chapman and Hall, Ltd, London, 1968).
İnsan gözü için farklı olan bir nokta da şudur: Her odak uzunluğunda her uzaklığa odaklayamazsınız. Yani odakladığınız nesnenin gözünüze mesafesi değiştiğinde odak uzunluğunuz (yani görüş açınız) da değişir. İnsan gözünün en yakın netleme mesafesini 10cm olarak varsayarsak (kendiniz deneyin), göz merceğinin ve göz içi sıvısının havaya bağıl kırılma indisleri ile kalın mercek odak uzaklığı formülü kullanılarak bu görüş açısı 18-20mm olarak hesaplanır. Yani:
En yakın netlemede odak uzunluğu = 18-20mm’dir
Bundan sonrası için referans değerler olarak aşağıdakiler kullanılacaktır:
En yakın netlemede odak uzunluğu = 19mm
Sonsuzda odak uzunluğu = 23mm
Optik Yakınlaştırma
Optik yakınlaştırma (zum) değeri en büyük odak uzunluğunun en küçük odak uzunluğuna bölümüne eşittir. Bu durumda en yüksek optik yakınlaştırma = 23mm/19mm:
Zum ~ 1.2x
Çarpan Faktörü (Crop Factor) 
Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta daha vardır: Peki ya insan gözünün çarpan faktörü kaçtır? İnsan gözünün görüntü algılayıcısı olan retinanın gerek alan gerek şekil itibariyle 35mm’lik bir filme denk olmadığı düşünülürse gözün de bir çarpan faktörü olması gerektiği açıktır. Çarpan faktörünü hesaplamak için önce gözün görüş açısını hesaplamamız gerekir.

Görüş Açısı
Bu da çok kolaydır: Herhangi boş bir duvarda 1 metrelik mesafeyi ve tam ortasını ölçün. İki elinizin parmaklarını 0m ve 1m noktalarına koyun. Tek gözünüzü kapatrak açık gözünüzü orta noktaya hizalayın. İki elinizin işaret parmağını da koyduğunuz noktada hareket ettirerek (hareketli nesneler daha geniş açıda dahi algılanır) gözünüzü orta noktadan ayırmadan duvara yaklaşın. Parmaklarınız hareket ederken gözünüzü sabit tutmak biraz zordur, hep aynı noktaya bakmaya dikkat edin. Tek gözün görüş açısı simetrik olmadığından gözünüzün tersi tarafta bulunan parmağın görüş açınızdan daha erken çıktığını göreceksiniz. Tam bu noktada durun ve gözünüzün duvardan (santimetre cinsinden) mesafesini ölçün:
Tek gözün görüş açısı = arctan(50/duvar-göz mesafesi) = 125 derece
Görüş açısı bende yaklaşık 125 derece gibi bir değer çıktı; aynısını iki göz açık yaptığımda ise 140 derece. Ancak burada bir nokta daha var ki: İnsan gözü gördüğü görüntüleri kaydetmez, algılar.
Algı Açısı
Bu da şöyle bir sonuç doğurur: Aslında tek gözümüzle 125, iki gözümüzle toplam 140 derecelik bir açı dahilindeki hareketli cisimleri görebilmemize rağmen tek bakışta (gözümüzü çevirmeden ve anlık olarak) bu alanın en fazla 45 derecelik bir alanını algılayabiliriz. Bu açı yaşla birlikte 25-30 dereceye, karanlıkta ise 10-20 dereceye kadar düşebilir. Bu açının dışında kalan alanda ancak hareketi algılabiliriz ki bu da beynimizin istemsiz olarak algı merkezini (45 derecelik açının merkezini) hareketli alana (bazen gözlerimizi çevirmeksizin) çevirmemizi sağlar. Dolayısıyla karşılaştırma için gözün “görüş açısı” yerine “anlamlı algı açısını” kullanmak daha doğru olacaktır. Eğer tek seferde “anlamlı algı açısı”nın 45 derece olduğunu varsayarsak:
Gözümüz 23mm odak uzunluğu bize yatayda 45 derece görüş açısı verir. 35mm formatında yatayda 45 derecelik görüş açısı veren odak uzunluğu yaklaşık 43mm’dir. O halde:
İnsan gözünün çarpan faktörü = 43mm/23mm ~ 2x
NOT: Bu da sayısalda Olympus 4/3 sistemin, analogda ise APS formatın insan gözüne (odak dışı alanın görünümü, net alan derinliği, karmaşıklık dairesi vs) en yakın sistemler olduğu sonucunu verir. Eğer amacınız görmek istediğinizi değil de gördüğünüzü aynen kaydetmekse sayısalda Olympus 4/3, analogda APS sistem kullanmanızı öneririm. ;)
Diyafram Açıklığı 
Gözümüzün diyafram açıklığı açılıp kapanabilen bir “iris” tarafından kontrol edilir. Bu irisin yetişkin Avrupalı bir insandaki çapı 2-8mm arasında değişir (ref: Light, Color and Vision, Hunt et al., Chapman and Hall, Ltd, London, 1968). Fotoğrafçılıkta diyafram açıklığı odak uzunluğuna oranlanarak ifade edilir. Bu durumda:
En geniş açıklık: 19mm / 8mm ~ f/2.4
En kısık açıklık: 23mm / 2mm ~ f/11
Ancak gerçek hayatta göze giren ışığın miktarı irisin ötesinde göz kapaklarıyla da ayarlanabilir. Gözlerinizi kısarak kirpiklerinizi göz bebeklerinizin önüne getirdiğinizde aşdeğer diyafram açıklığı o kadar düşer ki gözlerimiz aynı fotoğraf makinelerinin çok kısık açıklıklarında karşılaştığımız saçılma (diffraction) kaynaklı keskinlik kaybına uğrar. Gözlerimizi kıstığımızda bu yüzden bulanık görürüz.
İnsan gözünün normal ışıkta, sonzuza bakarken gevşemiş halinde iris açıklığı yaklaşık 6-6.5mm kadardır (ref: Light, Color and Vision, Hunt et al., Chapman and Hall, Ltd, London, 1968). Bu durumda da gözümüzün ortalamada:
Normal diyafram açıklığı: 23mm / 6.5mm ~ f/3.5
Perde Hızı
Gözümüzün perde hızı göz kırpmamızla ilgili değildir, zira göz kapağımız fotoğraf makinesindeki perdenin gördüğü işi görmez. Gözümüz fotoğraf çekmediği için aslında bir perdesi de yoktur. Göz kapağı ancak fotoğraf makinesinin objektif kapağına benzetilebilir, işlevi odur. Ancak bazen gözümüzle hareket eden cisimleri flu görürüz. Bu da bize gözümüzün bir “perde hızı eşdeğeri” olduğunu kanıtlar. Güneşli bir günde dışarı çıkıp uzaktaki bir nesneye odaklanıp elinizi gözünüzle odaklandığınız nesne arasında sallarsanız elinizi flu görürsünüz. Bu fluluğu eşdeğer olarak (deneme yanılma ile göz kararı) 1/30 perde hızında fotoğraf makinesiyle yaratabilirsiniz. Bu da bize bol ışıkta gözümüzün 1/30′luk bir perde hızı eşdeğeri olduğunu gösterir. İlginç bir şekilde ortam karardıkça gözümüzün perde hızı ARTAR. Aynı deneyi gün batımı sonrası perdeis çekilmiş bir odada yaklaşık 20 dakika gözlerinzi karanlığa alıştırdıktan sonra tekrarlarsanız eşdeğer perde hızının 1/125′e kadar çıktığını görürsünüz (deneyin!). Bu denemeleri elektrikli ışık (tungsten, floresan, neon vs) altında yaptığınız takdirde şebeke geriliminin frekansı (50Hz) gözünüzü yanıltabilir. Bu sebeple denemeler kesinlikle güneş ışığıyla yapılmalıdır.
Gözümüz fotoğraf makinelerinin yapamadığı bir şeyi daha yapar: Hareket eden nesneleri gözbebği ile takip eder. Bu da doğrudan odaklandığımız nesneyi flu görmemizi büyük ölçüde engeller. Gözlerimiz harekete çok hızlı tepki verir ve hareket eden nesneleri (hareketlerini beyin aracılığıyla tahmin de ederek) eşdeğer perde hızından çok daha etkin bir biçimde takip eder. Kısacası gözlerimiz kitlendiği nesneye sürekli “pan” yapar. Böylece bu düşük perde hızlarında (1/30-1/125) dahi nesneleri net görürüz. Bu sebeple eşdeğer perde hızı ancak gözümüzün odağında olmayan nesneler için geçerlidir.
Perde hızı = 1/30 – 1/125


ISO Hassasiyeti
Gözümüzün elektronik devreler ya da fotoğraf filmleri gibi sabit bir hassasiyeti yoktur. İnsan gözü hassasiyetini hem ortamın genel ışık seviyesine hem de (hiçbir fotoğraf makinesinin yapamadığı şekilde) gördüğü sahnede bölgesel olarak ayarlayabilir. Bölgesel adaptasyonu bir kenara bırakacak olursak yukarıdaki veriler ışığında gözümüzün farklı koşullarda ISO hassasiyetini hesaplayabiliriz.
“Güneşli f/16″ kuralını hatırlarsak, açık bir günde, güneş altında fotoğraf makinesi şöyle pozlar: f/16, 1/125, ISO100
Bizim gözümüz ise en kısık açıklığa geleceğini varsayarsak: f/11, 1/30 (yukarıda denedik)
Bu durumda doğrudan güneş altında gözümüzün hassasiyeti ISO100′den 3 poz daha düşüktür (ISO12).
Karanlık bir ortamda karanlığa alıştıktan (hassasiyetini yükselttikten) sonra ise perde hızını 1/100 olarak ölçtüğüm koşullarda fotoğraf makinesi şöyle pozlarken: f/1.4, 20″, ISO 100
Benim gözüm en geniş açıklıkta varsayarak: f/2.4, 1/125 (yukarıda denedik)
Bu durumda da karanlık ortamda gözümüzün hassasiyeti ISO 100′den 13 durak daha yüksektir (ISO819200).
Dinamik Aralık
Demek ki gözümüzün mutlak dinamik aralığı (13+3) yaklaşık 16 durak kadarmış. NOT: Mutlak dinamik aralık anlık dinamik aralıktan farklı olabilir.
İnsan gözü görüntü algılayıcısı (retina) üzerinde ışık hassasiyetini (ISO) bölgesel olarak değiştirebildiği için tek seferde ayrıştırabileceği parlaklık spektrumu (dinamik aralığı) çok geniştir. Bu, dinamik aralığı yüksek olan bir sahneye sabit olarak ne kadar uzun süre baktığınıza göre değişir. Eğer geniş bir dinamik aralığı kapsayan bir sahneye (örneğin yarı kapalı bir perde, sahnenin yarısı karanlık oda, yarısı aydınlık güneş) birkaç dakika gözlerinizi kıpırdatmadan bakabilirseniz gözlerinizin karanlığı algılayan kısmı hassasiyetini yükseltecek, dışarıyı gören kısmı düşürecek ve ortalama bir diyafram açıklığı ile mutlak dinamik aralığa (16 durak) neredeyse eşdeğer bir dinamik aralığı (belki 14-15 durak) algılayabileceksinizdir. Bu konudaki tahminim sayısal veya bilimsel değildir.
Özetle insan gözü:

Odak uzunluğu = 19-23mm (1.2x zum)
35mm çarpan faktörü = 2x
35mm dengi odak uzunluğu = 38-46mm (1.2x zum)
Diyafram: f/2.4-f/11 (göz kapakları hariç)
Perde hızı: 1/30 – 1/125
ISO: 12-819200
Dinamik aralık ~ 14-15 poz
Hakan Kutgün
“Fotoğrafkâr”